Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
Din
 YöntemBilim Forumu | Diğer | Din
Mesaj icon Konu: gelenek ve yenilik Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 2554

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Konu: gelenek ve yenilik
    Gönderim Zamanı: 30-Aralık-2013 Saat 14:18

 

 

 

 

GELENEK ve  YENİLİK

 

NAKLISAHİH dizini içindeki dosyalar

 

Giriş her zaman kolay olmalı.. ama nedense zor bir girişle yazıma başladım: Devletler ve Medeniyet.. şu  beş ortak değeri sağlamak ve  gerçekleştirmek.. Milletler ve Beşeriyet.. insanı insan yapan şu beş olmazsa olmazı saklamak ve korumak üzerine inşa edilmiştir: “Dil.. din.. haklar.. hürriyetler ve  barıştır. Bu  beş ortak değerin;  kurulması.. işletilmesi..  kullanılması..  yararlanılması ve yaşatılması  BİLGİ toplumu ve HUKUK devleti  ideallerimizin kökenini teşkil eder. Bilgi toplumu “meşveret-i meşrua” iyi bir tür  DEMOKRASİ olarak görebiliriz. Hukuk devleti ise..  hürriyet-i şer’iyye” denilen hürriyetleri  LAİKLİK adı altında  güvence altına alan yasal bir idarenin dayanağıdır. Demokrasi.. şura ve meşvereti Şeriat’a aykırı olarak bilen görüşün aksine iki ortak çağdaş ilke..  laiklik  din ve vicdan özgürlüğünün teminatıdır.. demokrasi ise  İfade ve teşebbüs hürriyetinin olmazsa olmazıdır.

 

Demokrasi ve Laiklik çeşitli anlam ve anlatımlarda birbirinden başka ve hatta karşıt renklere bürünen propaganda aleti de olsa çağdaş dünyanın dili  ve dini haline getirilen TEKNO-LOJİ gücü ve İDEO-LOJİ gürü (hürriyeti),  çağdaş lejyonerler tarafından  korunan ve tapınılan bir meta haline geldi.. meclislerde onların tapınakları oldu.   Hukuk deyince akla gelen ADALET.. ideolojinin propaganda vasıtası  oldu..  bilim deyince akla gelen İKTİSAT.. teknolojinin reklam aleti haline geldi.. İktisat ve  Adalet ilkesinin reklam ve propaganda aracı olmasının en kötüsü sanırım bir SİYASİ  partinin adı olmasıdır.. Yıllardır Adalet partisinin ardından koştuk.. o da olmadı buluruz diye Doğru Yol partisi kurduk.. şimdi ise Adalet ve Kalkınma (iktisat) partisinin pençesindeyiz… Acaba bizler.. çağdaş insanlar.. Müslümanlar niçin bu ADLAR’ın.. anlamların.. kavramların.. terimlerin.. sözcüklerin.. isimlerin peşindeyiz ? Niçin ADALET  diyenler bize adaleti veremiyorlar ? 

 

Şimdi bu dört beş basamaklı merdiven yetersiz kalıp şu kavram köprüler arasındaki boşluktan düşerseniz ki büyük bir olasılıkla da düşeceksiniz ve böyle bu  laiklik.. dil.. bilgi.. bilim..  teknoloji.. terimleri arasında bağ kuramadan onları birbirinden kopuk görebilirsiniz.. ben size gerçekleri anlatmaya çalıştım fakat hakikati hikaye etmek zordur. Öyle size bir öykü  anlatayım daha  iyisi kendi hikayemi  söyleyeyim. (*)

 

Biz çocukken büyüklerimiz bize daha büyüklerin adlarını öğrettiler.. Anne ve baba ile kardeşlerimizin isimlerini zaten biliyorduk… Kurtarıcımızın Mustafa KEMAL Atatürk olduğunu.. annesinin Zübeyde hanım olduğunu.. Peygamberimizin isminin Muhammed Mustafa olduğunu.. annesinin Amine Hatun olduğunu.. Sonra bize onların hayat tarihçelerini okullarda bellettiler.. Kur’an okuttular.. Nutuk okuttular… Lisede iken bir Tarihçi hocam vardı.. garip bekar bir adam.. Kur’an Tefsirinden bahsetmişti.. Elmalılı Hamdi’nin Tefsirinden.. Hak dini Kur’an dili.. Sanırım Lise 1 de idi.. Emekli olunca bu tefsiri okuyacağım demiştim.. Sanki emekli oluncaya kadar vaktim var ve oradaki bilgiler emekli olduktan sonra gerekli olacak gibi.. 1967’lerde.. 1969’da Lise Bitirme yıllarında Rahmetli Nurettin YAŞAR kardeşimle tanıştım.. mahalle arkadaşım Abdulkadir vasıtasıyla.. ikisi de imam hatipte okuyorlardı.. bana risale-i nur külliyatından bahsettiler.. ilk okuduğum zamanlarda keyif alıyor ve fakat fazla bir şey anlamıyordum..  konuları muazzam ve cümleleri  muhteşemdi.. hatta aklımda kalan yazarı değildi anlatımı idi.. yazarını hayal meyal hatırlıyorum.. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini okumak için anam benimle Ankara’ya gelmişti benim için.. babam memlekette Niğde’de kalmıştı.. ve geleceğim için  hukuku bitirmek hedefine kilitlenmiştim.. amma arayış devam ediyordu.. hem hakikat hem sefehat.. biz ideali kendisi olan sıradan kişilerdik.. fakat ideali kendilerini aşan insanlarda vardı.. sağcılar ve solcular.. onlar sadece kendilerini değil vatanlarını da kurtaracaklardı.. risaleler bana beni aşan gayeler verdi.. ne garip iki yan ve benim de içinde bulunduğum  üçüncü yan.. ülkeyi yönetenlerimizi beğenmiyorlar ve memleketi  batırdıklarını düşünüyorduk.. bizlere TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE masalını anlatıyorlardı.. ülke.. ulus.. bayrak.. meclis.. mahkeme.. hükümet.. nasıl bağımsız olmadığımız sorgulayamıyorduk.. oysa devletin arkasında arkasında koca bir milli mücadele.. koca bir OSMANLI.. koca bir İSLAM tarihi.. koca bir TÜRK tarihi var iken bizlerin neyin kavgası yaptığımızı  o zaman anlamamıştım.. şimdi biliyorum ki ülkem çocuklarımca ve çocuklarımızca dahi iyiyi götürülecek.. buna rağmen gerçekten ülkem-ulusum-devletim hala tam bağımsız değil ve hala kurtarılmak üzere bekliyor!   Amma aynı zamanda dünyadaki tüm devletler de da tam bağımsız değil  ve beşeriyet dahi kurtarılmak üzere bekliyor.. eğer tam bağımsız olmakla kurtarılacak isek.. eğer tam bağımsız olmak olanaklı ise.. şurası bana açık ve seçik ki  ülkeler BAĞIMSIZ  olabilir.. kendi meclisi ve hükümeti olabilir fakat  hiçbir ülke tam olarak bağımsız olamazlar.. ithalat ve ihracat yapan bir ülke bağımsız olabilir mi ?  

 

    

Bir insan alış veriş yapmadan duramaz ve onun bağımsızlığı..  borçlu olup olmadığını bağlı ise ülkenin bağımsızlığı da borcuna bağlı değil mi ? ister soldan mülkiyeti kaldırarak ister sağdan emeği sömürerek çalışmış ve fakat  kalkınmamış bir ülke bağımsız olabilir mi ? Çalan.. çalışan.. çalıştıran.. çalışırken çalan.. çalıştırırken çalan..  sonunda “al”maya alışan bu  insanların bir şey “vermeden” yürümek istemeleri sağlık lı mı ? Sağlık dedim de sağ aklıma geldi.. SAĞ ve SOL ancak  ileriye giderken geriye dönmek için yaratılmış iki yandır… Bu sol görüsü sağır ve sağ duyusu  kör  zihniyetli  zürriyeti   İktisadı ve ekonomiyi bozan bir memleketin iflah olması mümkün olabilir mi ? Ümerası (bürokrasisi)  ve üleması ( enteli) rüşvet ve israf içinde zulmeden bir millet kurtuluşa erebilir mi ? Har vurduğumuz gençliğmiz  harman savurduğumuz geleceğimiz varken biz kimi kimden kurtarıyoruz.. üstelik biz Yaratan’a bağımlıyız.. yer küresinde kiralık oturuyoruz.. güneş lambasını ve sobasını kullanıyoruz.. ay takviminden yararlanıyoruz.. O’ndan nasıl bağımsız olacağız ve O’ndan nasıl kurtulacağız ? Sonra böyle yaşamda bağımsız olmak bir şey almadan yaşamak işimize yarar mı ve bir şey vermeden ölümden  kurtulmak olasım mı ?

 

Şimdi bunlar aslında sıradan sorular değil  ve bunların  beylik yanıtları da yok.. ancak ideoloji ve teknoloji dediğiz sonuçları veren bir BİLİM ve HUKUK kurumları var.. uygarlığımız bunları dişiyle tırnağıyla.. etiyle ve kanıyla oluşturdu.. nice denemelerin yanılmaların değiştirilmesi .. nice yanılmaların düzeltilmesi.. nice yanlışlardan vazgeçilmesi.. nice zararların kurtarılması sonucudur bunlar. Bir düşünün bir trafik kuralının konulması için kaç canın kaybedilmesi gerekiyor ? Dediğimi özetlersem  müessesat-ı medeniyet dediğim  malikiyet ve zürriyet ile amiriyet ve akliyet kurumlarının  yol açtıkları etkinliklerimiz var.. bu kurumlara bağlı  olarak  proletarya.. burjuvazi.. bürokrasi ve entel sınıflarımız var.. halk ve nas.. bilim ve hukuk ile birlikte san’at ve hikmet..  bizim temelli etkinliklerimizdir ki onunla avamdan havas çıkarırız.. halk çocuklarını yetirir ve bunu yaparken her baba evladının kendinden daha iyi olmasını ister.. işte uygarlığı yürüten ve ilerleten sır..  sıradanlardan seçilmiştir seçkinlerimiz.. ki bunların özüne aristokrasi denir.. Aristo’dan da  demokrasi yadigar kalmıştır..  arayışlarımız.. soru ve sorunlarımızın yanıt ve çözümlerini veren faaliyetlerimiz.. öykü dedim kalemin yine gerçeklere.. olgulara.. kavramlara.. adlara.. gitti kalemimiz ve kelamımız.

 

Hasılı bana bunlara söyletmeme vesile olan iki isim var.. birisi Mustafa Kemal ATATÜRK diğeri de  Bediiuzzaman  Said KÜRDİ.. şimdi de bu doğal süreçlere ilave olarak yapay bir  beşinci kol faaliyetiyle bir ATA-KÜRT çıkarmak istiyorlar.. bize NUR yetmedi.. bize en hakiki mürşid olan İLİM yetmedi.. adlardan değil adamlardan meded umuyoruz bu Anadolu yarım adasında.. Ata-Türk olsun.. Apo-Kürt olsun..  ve son musallat Recep  Tayyip ERDOĞAN olsun salat ve salavatlarımızdan gafil bırakıyorlarsa bilin ki bunlar TAGUT’tur.. aksi halde lâ havle çeken ve lâ kuvvete diyen gücü ve değişimi bu insanlara veriyorsa gafildir. Öyle ise bu isimler gafil olan için,  onları aydınlıktan karanlığı götüren taguttur.. inanmıyorsanız ayetelkürsiden (Bakara 256)  hemen sonraki ayeti okuyun.. tagut.. taa Good’a götüren.. ta-GOD.. TANRI’ya götüren.. sana kuralsız iyilik veren.. sana koşulsuz güzellik veren.. ya da verdiğini sandığın ya da saydığın kimse ya da nesne ne ise o  senin TANRIN olabilir fakat  YARATAN ALLAH değildir.

 

Benim de böyle TANRI’m var mı ? Benim ve başkalarının da kurtuluşuna  kendisini bağladım bir adam.. bir lider.. bir önderim var mı ? Var idi.. R.T.E.. bu sevgili şimdi düşmanım oldu…   Benim ya da senin böyle SANRI’larımız olabilir ya da olmadığını sayabiliriz fakat ne olursa olsun nesnelere bağımlılığımızdan dolayı onları YARATAN’a HAMD etmek durumundayız ve kurtuluşumuz için DUA etmek zorundayız. Bu Fatiha-i Şerife’nin ANAHTARI olan  “hamd davasını ve hüda duasını” NAMAZ penceresinden okuyup ZAMAN dünyasına ışık vermek ve namazın meydasındaki buyrukları zamana taşıyarak  böylece dünyanın NİZAM’ına bir  MİZAN vermek ve bu kurulan yapının işlevini kılmak varken.. biz bütün edeb.. haya.. ahlak.. hukuk.. insaf ve mizan ölçülerine  yıkarak niçin başka insanların büyüklerine.. övdüklerine.. tagutlarına..  tanrılarına.. sövüyoruz ?

 

Yamyamların adam yemelerinden beter onların manevi bedenleri olan adlarını.. kimliklerini  ve kişiliklerini manevi dişlerimizle parça parça ediyoruz..  vahşet ve dehşet içinde kemiriyoruz ? Çünkü bizler âLEM denilen ilim menbaına kilitli  ve hilm menfezine kapalıyız. Âlem’i tanımıyor.. alem buysa kral benim diyoruz. Zaten Kur’anı mahrecinden okumayanın boğazı  âLEM’İN “ayn”ını çatlatamaz nerede gözü âlemi görsün… şimdi el-alem nedir diye başka işlerin kaygısında ve derdindeyiz.. kadının  makyajı.. erkeğin parası yoksa oluyor yüz karası..  elimizden kalacakların değil elimizden kaçacakların tasasında ve çaresindeyiz.. öykümü anlatacağım dedim..  burayı öğütlerle doldurdum.

 

Daha düne kadar ERDOĞAN’ı kendine tağut eden ve bu gün niçin onu DÜŞMAN gören NEFSİM’in hikayesini.. bu öykünün gerçeğinin  gerekçesini yazacaktım kalemin alışkanlığında akarak bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesini kişiselleştirdi.. Kişinin kurtuluşu kolaydır fakat bir ülkenin.. bir bölgenin.. bir dünyanın kurtuluşu kolay değildir.. çünkü olay bu dördünü bir çizgi üstüne getirebilmektir.. kişi.. ülke.. bölge.. dünya.. hepsini bir  âLEM haline getirmek isteyen kalem.. işin özünden yoksun olan kelam.. bunlardan habersiz olan emel.. elemini çekmeyen adamlar ne kendilerine  ne de başkasına kurtuluş veremez ve adayamaz. Bu çileleri çekip  sonunda Hoca ve Tayyib dahi olsalar, gibi birbirine düşerek müslümanların birliğine ve ülkenin bölünmezliğine zarar verebiliyor.. büyük adamların yaptıkları büyük olduğu gibi yıktıkları da büyük oluyor.. öyle ise sorun ne dünyayı düzeltmekte.. ne de dini değiştirmekte.. sorun kendimizi değiştirip düzeltememekte.. kendimize veremediğimiz güzelliği ve alamadığımız iyiliğe başkasına ve dünyaya vermeye çalışmak aslında yanlış bir işe alışmaktır.. bu alışkanlığın kılıcını kınından çekmek  dilin dilim dilim edilmesi ve yanlışın sona erdirilmesiyle mümkün.. hem imkan vaki olmuyor.. olması için reddi bir itibar ve ciddi bir ihdas gerekiyor..  dilimin dilin olması… Saçma bile görünse bu tümce anlatımının gerçek olmasını,  “m”in içerdiği iki “n”nin birinin sen birinin ben olması ve ben=sen özdeşliğinin kurulmasıyla anlarsın. Bu şu demektir eğer benim yöntembilimsel analiz düşüncem eğer kişisel bir yetim ve özel bir becerim değilse herkesin yapabildiği ortak bir dildir. Eğer bu doğruysa ortada yeni bir dil vardır. Yeni bir dil varsa yeni bir alan olacaktır.

 

Öyle ise bizim sorunumuz ne din de ne de dünyada.. bizim sorunumuz dilde.. insan diliyle.. sözüyle.. edebiyatıyla.. vaazıyla.. belagatiyle..  TÜM dünyaları batırır ya da KENDİ dinini kurtarır.. her adın bir GERÇEĞİ vardır.. mesela HAMD demek hem şükür hem sabır içeren yakarıda bulunmak demektir.. övgü ve ödgüden tut taa sevgi ve saygıya kadar tüm duygu fırtınalarının genel adı HAMD’dır.. HMD.. ortadaki “M”i kaldırırsan geriye HD kalır.. hem celalli vahid hem cemalli ehad.. M’nin iki yakasındadır..  fakat bazı geçeklerin de ADI vardır ki biz bunlara Mustafa BUĞUÇAM diyoruz.. OSMANZİYA diyoruz.. mesela cemalli bir gerçeğe  Fatma ÇAKIR diyoruz.. mesela celalli bir gerçeğe Beytu ÇAKRA diyoruz.. bu birlik ve teklik  cilvesini.. bu erillik ve dişilik gölgesine.. bu nar ve nurun seyrinin sırrına anlamaya çağırıyorum.. fakat gelenler bu “DYL” kapısının içinden girmeye cesaret edemiyorlar..

 

Her ne ise.. öyküm anlatırken risale-i nurdan çıkardığım bu dili dünyaya tanıtan TÜRK OKULLARINA.. kendi koltuğu için düşman olan ve bunu perdelemek için İSLAM BİRİLĞİNİ örtü ve kendinin liderliğini kaçınılmaz gören ve gösteren..  insan benimde düşmanımdır.. O’nun kendisinin koltuğuna düşman gördüğü HOCA Efendi’nin, kendisinin geçmiş başarısına  yarı yarıya yardımı unutan bu vefasız adam.. ERBAKAN hocayı dahi unutmuştu…  GÜL ile kavgalı ve ARINÇ ile münazaralı bir adamın  ADALET adıyla anılan partisinin gerçeğine  aykırı olarak hırsızlıkları örtmek için savcıların ve ceza davasının gizliliği gibi evrensel hukuk ilkelerini çiğneyen bu aktörün takkesinin düşüp ayıbının çıktığını,  kendisine körü körüne bağlı olanlardan başka herkesin gördüğünden gafil olarak daha ne yanlışlar yapacak bilmiyorum amma geçmişte  AK PARTİYİ bilim ve hukuk silahlarıyla savaşan bir parti olarak tanımlamama çok içerliyorum.. kendisinin yalnızlığını  çevreleyen İRANCI dostlarının.. sözde müttefiki sandığı Amerikalı ve lafta düşmanı gösterdiği  İsrailli yandaşlarının.. kendisinin batmasını el ovuşturarak izlediğinden habersiz.. geçmiş  bir çuval başarısındaki  ADALET incirini berbat eden hödüklüğünü ve son on yıldır ortaya konulan rakamlardaki bir kefe KALKINMA yumurtasını kıran aptallığını..  sanırım göremeyecek.. değiştiremeyecek.. düzeltemeyecek..  İnşaallah yanılırım. (**)

 

Başbakan nasihat ettiği KADDAFİ ve ESAD akıbetinden kurtulamayacak gibi görünüyor.. fakat kendisiyle birlikte tüm milleti de yakacak..  Allah korusun.  Biz yine de yönümüzü Yaradan’a döndürerek gerçekleri görmesi ve kurtuluşu için dua edelim.. ancak ne olursa olsun bu Müslümanların dünyasını İslam Alemi haline getirecek  İSLAM BİRLİĞİ’nin bozulması tehlikesini düşünerek çok dikkatli düşünelim ve konuşalım.. ağzımızdan tahkir ve tekfir çıkarmayalım.. ancak ne olursa olsun bu KIRILMA  Anadolu Birleşik Devletlerinin olası  kuruluşuna sadece bir vesile ve vasıta olacaktır gibi görünüyor...

 

Şimdi yazının sonuna doğru ilerliyoruz.. fakat hala yazının başlığıyla (gelenek ve yenilik)  ile ilgili bir işaret yok.. Sevgili ERDAL bana damdan dama atlıyorsun seni izleyemiyorum der.. ne kadar haklıymış.. şimdi büyük bir boşluktan hoop tiye atlayıp gelenek ve yenilik konusuna iniyoruz.. yalnız dikkat edin kuvvetli düşeceğiz bir yeriniz incinmesin.. aslında yenilik yerine değişim demek lazım.. çünkü değişim hem yenilemeyi hem yinelemeyi içeren bayağı zor bir iştir.. gelenek’te bundan aşağı kalmaz.. gelenin ek gidenin kök ya da tersine kalanın kök geçenin ek olduğunu farkına varmak için bayağı bir kuramsal çaba ister.. bu kök ve ek’in ayırdına varmak kek yemeğe benzemez.. hasılı yeniliğin zor olduğu ve geleneğin kolay olmadığını hisseden zihnim konuya hemen girememekte haklıydı.

 

Bu ülkenin bağrından çıkan ve din yeniliğini ifade eden HOCA efendi ile geleneği temsil eden ve fakat  Anadolu dışı kültürlere yaslanan BAŞBAKAN arasında zihniyet bakımındtan ciddi bir ayrılık var.. fakat geçmişte bunlar su yüzüne çıkmadan.. ittifak sürdürülmüş. Hocanın yeniliğinin ne olduğunu ve Başbakanın geleneğinin ne olduğunu anlatmak.. gelenek ve yeniliğin kendisinin ne olduğunu anlamak kadar zor olmasa da meşveret-i meşrua ile hürriyet-i şeriyye’nin  DEMOKRASI VE LAİKLİK olduğunu söylemek.. tüm yenilikçilere diş kırdıran yargıdır  ve tüm gelenekçilere diş gıcırtadan bir savdır.. bu yargıyı onlara göstermekte ve bu savı onlara kanıtlamakta zorlanırız.. çünkü onlar klasik mantık ve yerleşmiş düz yazıyı kullanırlar. Laiklik.. la-dinilik ve la-ikrahelik arasında bir yardımcı kavram ki beşeriyet buraya kadar gelmiş.. Demokrasi.. şura ve biat arasında yardımcı bir kurum ki medeniyet bu gün bunu bulabilmiş.. Şeriatın ve dinin özünden yoksun Kitabı  yüzünden yalayan ULEMA.. Osmanlının yıkılışının başlangıcından bu güne kadar.. ki bu tarih Fatih’in istanbul’u fethetmesinden ve oradaki alimlerin İtalya’ya gidip ve o zamana kadar olan 600 yıllık  islam birikiminden yararlanıp orada Rönesans ve Reformu başlatmalarından başlar.. islam tarihinde bir YÜKSELTME meydana getiremediler.. dini dünyadan ilgisiz bir ahiret öyküsü haline getirdiler.. ibadeti akıldan bi haber kalb oyuncağı yaptılar. Sonuçta 1435-600=835 yıllık bir uykudan yeni yeni uyanıyoruz.. acıyla.. sömürülerle.. ihanetlerle.. gelecek yeniliğin gücünü ve olanaklarını insanlık ve İslamlık aleyhine kullanan akıllı düşmanlarımızla.. geçmiş geleneği körü körüne izleyen hakkın çiğnenmesine neden olan  aptal dostlarımızla.. iç-savaşlarla.. siyasi cinayetlerle.. askeri darbelerle..  ve son katliamlarla ve Müslüman kırımlarıyla.. Müslümanlarla birlikte insanlarda uyanıyor.. İslam dünyasıyla birlikte uygarlık alemi de bir kurtuluş arıyor. Bu gün şeriatın en kötüsü.. kapitalizmin en kötüsü.. sosyalizmin en kötüsü.. bu üç kötüden daha kötü  bir faşizm.. bir orman kanunu.. bir güçlünün haklı olduğu ve insanların insanlar tarafından maddi ve manevi yenildiği bir DÜNYA var..  her insanın sorumlu olduğu tek bir din yerine dünyaya eğemen birkaç göstermelik ideoloji ve insanlar sayısınca din var.. oysa insanlar sayısınca yol ve ideoloii olmalıydı… işte biz şimdi bunun farkına varıyoruz..

 

Beşeriyeti.. medeniyeti.. insaniyeti.. kuşatan bu yeni islamiyete..  Bu ŞİMDİLİK TANIMLAYAMADIĞIM bu küresel uyanışın adına YENİLİK diyorum.. “Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal” diyen imamı Nursi görmüştü ki zaten değişim ve yenilik bizim özümüzdür.. geçen gelişimle  kalan geleneği birlikte götürmenin başka bir yolu da yok.. sağ duyu ve sol görüyü işletmenin başka bir yöntemi bulunmuyor.. hem dünya hem ahireti kazanmanın evrensel yolu geleneği ve yeniliği gereksinim ve arayış haline getirmekle mümkün.

 

İşte bize bu sağ ve sol yolu ÖNCÜLÜKLE açan.. dinde.. kur’anda.. hadiste.. ibadette.. inayette.. islamiyette.. teslimiyette  bu imkanı sunan.. RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’dır. O’na dokunan her el de isterse BAŞBAKAN’ın “kullanılan”  eli  olsun.. benim düşmanımdır. Çünkü Türk Okulları.. risalenin dünya çapında yayılmasının ve tanınmasının vesilesidir. Çünkü iman ve kur’an hizmeti olan, risaledeki YENİ İSLAM’ın geleceği  “benim” dünyamın.. benim ülkemin.. benim ulusumun.. hasılı benim devletimin kurtuluşu ve “benim” dinimin geleceğidir.. diyeceğim ama bununla da hataya düşerim.. çünkü başbakanda “benim” milletim diyerek yanlışını ilan etti.. BİZİM dünyamız demek lazım ve bunun içinde DEMOKRASI VE LAİKLİK diyorum.. bunların adları.. anlamları.. tanımları fazla önemli değil önem olan yaşamında faşizmin izlerini birer birer silmektir.  Demokrasiye Kur’ani bir RENK  ve laikliğe islami bir BOYA  katmak ise Müslümanların adalet ve kalkınma konusundaki başarılarıyla ilgili bir sonuçtur. (***)  Bizler bize sunulan bir fırsatla ilimi imana.. insanı islama götüren bu TÜRK OKULULAR iIe yaşattığımız ve yeşerttiğimiz kadar..  dünya ile bütünleşeceğimize..  insaniyeti hedefi olan büyük insaniyete yani islamiyete götüreceğimize inanıyorum.. Hazreti Peygamber bu işi 63 yılda yaptı.. eğer bana 63.000 yıl verilse ben de yaparım.. sende yaparsın.. fakat gel bunu birlikte biz yapalım bu “süre” aşağı insin… bu süreyi biraz presliyerek 1131 yıla indirdim.    

 

Küresel ve ulusal güçlerin dengelenmeye çalıştığı çağımızda bu karmaşaya gelenek ve yenilik boyutunu katarak küresel geleneği ulusal yenilikle buluşturacak ve  toplumsal değişimi gerçekleştirecek olan,  tabandan çıkan BİREYSEL ÇÖZÜM’dür.. tepeden inen YENİ DÜNYA DÜZENİ değil.. tepe güçten anlar taban gürü kullanır.. tepe değiştirmeye çalışır taban değişmeye uğraşır.. tepe devleti hedefler taban medeniyeti oluşturur..   Bu tabandan gelen ve tepenin en tepesinden inen çözüm,  sorunun ne dinde ne de dünyada değil DİL’de olduğunu anlamaktır. Funun dil kullanır.. Hukuk dili kullanır.. Hikmet dili kullanır.. San’at dili kullanır.. Dünya dili kullanır.. ve DİN dahi dili kullanır. Öyle ise dili kullanmayan kendisini kullandırmaz! Böylece krallık ve kölelikten kurtulur ve KULLUĞA kavuşur. Böylece felsefeyi ARAYIŞI edebiyattan çıkartacak  ve dini BULUŞU vaazdan yükseğe taşıyacak YÖNTEMBİLİMSEL analizin dilini öğrenmek, kullanmak, yararlanmak bu kavuşmanın vesilesi olduğuna inandım.. İnandım ki böylece bin yıllık pazarı olan  HİKMET dilini inşa edebiliriz. Analitik düzlemin matematiksel boyutuna eklenen metodik kullanımını becermek.. geometriden görsel yararlanmayı kotarmak ve gerçeği örerek gördüğümüzün bilincine varmak demektir. Bu bilinçle “Gerçek”in benzetildiği “Fil” hikayesinin sadece bir ÖRNEK olduğunu anlarsın. Bunu anladığında gerçeği başkasına zorla benimsetmekten vaz geçersin. Bu lâ-ikrahe’lik düzeyinde laikliktir. Bu gerçeği anladığında başkalarının gerçeğine dahi muhtaç olduğunu görürsün. Bu ise her şeyin çözümünün içinde bulunduğu olanaklar dünyasını ayırt ettiren demokrasi düzeyidir. Aklın ve kalbin bu düzeye gelmesi ise meşveret-i meşrua ve hürriyet-i şeriyyedir. İşte bu da iktisad ve adalete yol açan yeni hikmettir.  (****)    

 

Şimdi  bu hikmet artık “düşünür”lerle  değil.. hazır bilgi,  buyruk ve karar üreten teknokrat ve ideologlar ile değil.. bilineni öğrenen ve öğreten öğrenci ve öğretmenlerle değil..  öğrenici ve öğretici  yetiştiren müfredatla..   bilgi ve buyruk konusu ve komutu üreten yeni dille.. “düşündüren”ler ile olacaktır.

 

Düşündüren yazıların reklam ve propagandasıyla Anadolu’nun yeni birliğini de fususun umum ve hususunu ayırarak Efesus-Selçuk’tan yeniden yeni esasla başlatıyoruz.

 

İşte bu hedef için “Düşünenleri arıyorum çünkü arayanları düşünüyorum.”

 

Sağlıcakla kalın.

 

OSMANZİYA

 

Sentaks / sözdizimsel / BEYANÎ eksikliklerim VE

semantik / anlambilimsel / MAANÎ  yetersizliklerim

için düz yazıdan özür dilerim

 

 

(*) Bir yazıya kolay bir girişle savınızı betimleyerek başlayabilirsiniz..  sonra zorlu bir serimle  kör düğüm olan  kapalı  ağları açarak bağlamlarınızla bir ağaç geliştirir ve bununla bir terimsel bir örtü ve kavramsal örgü gerersiniz.. bu sergileyişten  sonra üçüncü ve son olarak indirgeyen ve kanıtlayan bir açıklama ile konuyu bitirirsiniz ki yargınınız ön yargı olmasın. Elbette gerekçeli.. belgeli.. bilgili bir yazı yazmak güçlü bir bilgi  yetisi gerektirir ve gürlü bir söz becerisi ister. Söylemesi böylesine kolay, yapması oldukça zor bir olaydır. Bunun için kolay ve anlaşılır değil zor bir girişle başlayabildim.

 

(**)

Başarmak kolay değildir.. başarı zordur.. başarıyı sürdürmek daha zordur. İnsanlar kolay elde edilebilen  mutluluk.. bundan daha kolay olan kutluluk.. her ikisinden de kolay olan erdem var niçin zor olan başarı üzerinde dururlar bilmiyorum. Kendim de insanın ürünü kadar onuru vardır ilkesiyle bu duygudan kurtaramıyorum. Sanırım bu zikir ve fikir kanatları.. beyan ve maan telekleri..  marifet ve muhabbet tüyleri ile zirvelere uçan kartallara özenmek ve benzemek isteğinden doğuyor ancak onların zirvelerde ne yaptığını da görüyoruz. Eskiden bir zikr-i hafi (nakşi) bir de zikr-i cehri (kadiri) vardı.. İmamı Nursi cehri zikrin  dış tabiat.. hafi zikrin ise    ene’ tagutlarını yaktığını söylüyor ve bu zikir sırlarına  iki nur daha ekliyor; Fikr-i enfüsü ve  fikr-i âfâki.. enfüsü FİKRİN vahdete.. afaki FİKRİN kesrete isal eder, diyor. Bu ayırım..  analiz ve senteze yol açan istitanç ve istikradan yani tümdengelim ve tümevarımdan farklı bir bölümlemedir. Tahlil ve terkib (sentez) mantıksal bir yol.. fikrin enfüsü ve afaka yürümesi.. bunun daha derininde bir tutum..  Hoca Efendinin harici feth ve dahil feth kavramıyla örtüşen bir zihin hareketi.. İmanın ve küfrün teori ve pratiğinin karşıtlığının ve eşitliğinin dengelenerek secime yol açmasını temin eden var oluş seyrinin hemen üstünde bir çizgi..  bu yüzden  BAŞARI’nın yararlı bir tarzda daima götürülememesi..   ve yetkin şekilde yükseltilememesi ve bunun günümüzdeki gibi ürkütücü sonuçlara yol alması bir KADER sırrı görünüyor.. her güzelin bir kusur borcu oluyor ve her kemalin bir zevali bulunuyor..  hoşumuza gitmeyen işlerde hayırların.. hoşumuza giden işlerde şerlerin.. iç içe geçmesi..  bir konuşmada söyleme ve dinleme yerine çoğu zaman bakma ve beklemenin seçilmesi gerekiyor..  düşünmede seslenme yerine çoğu zaman susmayı öne çıkarmamız isteniyor  ve fakat ne yazık ki yapamıyoruz ve çok konuşuyor ve az iş yapıyoruz.

 

(***)

İslamda yönetim ve demokrasi;  ne komünizm  gibi totaliter  bütünlük.. ne faşizm gibi otoriter birlik.. değildir..  insan hak ve hürriyetlerinin bulunduğu özgür  bir deneyim ve yanıma ile gelişim alanıdır. Kişileri başkaları değil kendiler geliştirirler. Zorla güzellik olmaz.. bu imtihan ve müsabaka dünyasında. Diğer taraftan Kur’anın terbiyesi altındaki Demokrasi   ne krallık gibi  astığım astık kestiğim kestik mutlak yetkili başkanların ve başbakanların egemenliklerini sürdürdükleri cennet ve yurttaşların gerginlik yaşadığı cehennem..  ne de kapitalizm gibi bırakınız ZULUM  yapsınlar bırakınız ISRAF etsinler    gevşekliği ve başıboşluğu vardır. İslam demokrasinin İDARESİ  geçmiş deneyimin  birikimini toplayan ve yararlanan ahlak hem gelecek güzellikleri arayan ve bekleyen bir siyaset içerir. Sonuçta  İslam’a dayanan ahlaki siyasetin idaresinde  seçim.. sandık.. iktidar.. muhalefet.. yapı ve fonksiyonlarını giderek daha da  iyileştirir. Bu nedenle diğer ütopya  ve ideolojilerden farklı bir şekilde  gerçekçi bir yönetim ve akılcı bir politika  anlayışı vardır. Çünkü bütün bunlar HUKUK DEVLETİ’ni benimsemiş faziletli uluslara yaraşan ve HAKKIN egemen olduğu ülkelere yakışan tercihlerdir. Bu nedenle Tayyip Yönetimini bu kriterlere ölçtüğümüzde pek başarılı bulamıyoruz. Yoksa böyle İslami yaşama susamış müslümanların nisbi bir hürriyeti görerek Islami rengi olan bir ekibi baş tacı etmesi geçici bir yanılgı ve arkası gelmeyecek bir ilgidir.

 

(****)

 

Araç.. amaç.. ağaç.. adaç.. aça aça geldiğimiz yer neresidir ? Risale-i Nur Külliyat ve İmamı Nursî (R.A)  hakkında açacağımız konular var ve fakat yeri burası değil. Yalnız  şu kadar belirtmekle yetineyim ki Nasıl İslamın dört hakk mezhebi varsa NURCULARIN da dört haklı meşrebi var: Yazıcılar.. Okuyucular.. Gazeteciler ve Hoca Efendinin Cemaati.  Başka bir yazıda bu meşrebleri açmak istiyorum. Şimdi  bu “nurculuk” tanımlamasını, AYIRIMCILIK hissettirdiği için,  beğenmiyorum. Aslında bana kalsa MUHAMMEDÎ terimini kullanmak isterdim.  Musevi ve İsevi semavi kökenle buluşmak için.  Fakat Üstad buna onay vermiş.. sanırım bu geçici bir adlama..  Son zamanlarda islam dünyasındaki toplulukları tanımlarken tarikatlar.. cemaatler.. adlandırılması yapılıyor. Ve bu meyanda TÜRKİYE’de Süleymancılar.. Işıkçılar gibi  “nurcular” cemaatlerden sayılıyor. Dünya çapında genel olan Kadiri ve Nakşi tarikatlarını da sayarsak beş büyük topluluk olarak düşünülebilir Türkiye Müslümanları.  Bir de bunun dışında dünyada ve özellikle ortadoğuda İslam Coğrafyasını nazar alırsak liste uzar. Ancak Türkiye dahil dünya çapında örgütlü ya da değil  etkili  ilmi.. imani.. ameli.. siyasi tüm islami guruplara  “topluluklar” adı verirsek bunlar içinde en örgütlü olmasa bile en etkilisi “nurcular” adı verilen İmamı Nursî (R.A) hazretlerinin fikir ve talebe hizmetinin ortaya çıkardığı HİZMET gurubudur. Türkiye’deki dini olsun olmasın tüm siyasi hareketler onların yardımını, desteğini ve onayını alarak yola çıkarlar. Fakat TÜRK OKULLARI’nın dünya çapında hizmetten çekinen dünya efendileri Tayyib Efendi’yi kullanarak hizmet gurubu içinde en etkili olan Hoca Efendi’nin çalışmalarını bitirmek istiyorlar. Nasıl şia-yı siyaseti kullanıyorlarsa bir de sünni siyaseti oluşturup kullanmak istiyorlar. Geçmişteki hesablarda Amerika Sünnileri ve Rusya da Şiileri tutarak hem onları manüple ediyor hem petrolü kullanıyorlardı ancak bu gün durumda, biraz karışık.. Amerika nereye giriyorsa orda şia-i siyaset beliriyor.. şianın onda birlik nüfus gücünü çoğaltarak islam dünyasında genel bir BÖLÜNME amaçlanıyor. Öteden beri sürdürülen kültürel savaş, siyasi savaş ve askeri  savaş biraz daha karışık hal aldı. Bu savaşlar denkleminde yeni taktikler uygulanıyor. Nurcular denilen NUR TALEBELERİ.. siyası ve askeri savaş yapmazlar ve Üstadın vasiyetini uyarak CİHAD-I MANEVİ adını verdiği kültürel savaş ile yetinirler.. siyasi savaşa girenler ve askeri savaşa yeltenenler kendi kişisel karar ve içtihatlarıyla bu işi yaparlar. Ancak Hoca Efendi’nin son çıkışıyla anlıyorum ki şimdiye kadar aldığı kültürel savaş hizmetini ve desteğini  alan HÜKÜMET değil onun BAŞI’nin koltuğunu korumak için  dışarının isteğiyle (benim öyle ne haber alma örgütüm var ne de keşif ve kerametim var.. sadece olayları değerlendirerek kişisel kanaatimi söylüyorum)  geçmişte yaptığı vefasızlık örneğini göstererek ERBAKAN gibi HOCA efendinin ve cemaatinin de başını yemeye çalışıyor ve buna karşı diğer cemaatlerin, nurcu olsun olmasın,  de işin aslını görerek Türkiye Dışı etkiyi ve bunun gelecekteki olumsuz sonuçlarını görerek Müslümanların Birliği projesi altında onları birbirine kırdırma oyunlarına dikkat etmeleri gerekiyor.. artık kilometre kilometre değil.. metre metre değil.. santimetre santimetre değil.. milimetre milimetre ilerliyoruz.. çok ince çok spesifik.. çok duyarlı çok sofistike gitmek gerekiyor. Sanırım bunu Türkiye’nin Ruhu olan Derin Millet hissedecek ve Tayyibe gereken yanıtı verecektir. Nitekim bu ruhun hissi beni bu siyasi yazıları yazmaya mecbur ediyor.

 

 

http://groups.yahoo.com/group/BAKARA/

http://groups.yahoo.com/group/oku-ikra/

http://groups.yahoo.com/group/yontem-bilim/

http://groups.yahoo.com/group/insanbilim/

 

www.yontembilim.com

www.insan-bilim.com

www.osmanziya.com

www.mustafabugucam.com.tr

 

 

 

http://sites.google.com/site/yontembilim/

http://sites.google.com/site/insanilim

 

 

 

 

 

 

 

IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk