suat tekin
Nereden Yazdırıldığı: YöntemBilim Forumu
Kategori: İnsan Bilim
Forum Adı: İnsan Bilim
Forum Tanımlaması: İnsan Bilim Üzerine Paylaşımlarınız
URL: http://www.yontembilim.com/forum/forum_posts.asp?TID=2887
Tarih: 13-Ekim-2025 Saat 20:54 Program Versiyonu: Web Wiz Forums 8.03 - http://www.webwizforums.com
Konu: suat tekin
Mesajı Yazan: osmanziya
Konu: suat tekin
Mesaj Tarihi: 12-Ekim-2025 Saat 17:10
Suat TEKİN
Hiçbir şey duymuyordu. Ne bir uğultu, ne bir fısıltı, ne de kendi nefesinin sesi. Sessizlik, sadece dışarıdan değil, içinden de yükseliyordu. Boştu. Derindi. Sanki zaman bile buradan geçmeyi unutmuştu. Göz kapakları ağırdı. Kalkmak istemeyen bir taş gibi gözlerine yapışmıştı.
Sanki açarsa, bir şeyle yüzleşmesi gerekecekti. Ama neyle? Ne olduğunu bile bilmiyordu.
Derin bir nefes aldı — ya da öyle sandı. Göğsü genişledi, ama ciğerleri dolmadı. Soğuk, tatsız bir boşluk hissetti yalnızca. Oksijen yoktu. Hava yoktu. Yine de hayattaydı. Varlığı sürüyordu.
Sonra… Bir ışık. Önce bir nokta kadar küçüktü. Sonra büyüdü. Göz kapaklarının ardını aydınlatan, bembeyaz bir alev gibi… Gözleri birdenbire açıldı. Parlak. Keskin. Yakıcı derecede beyaz bir ışık… Tavana mı bakıyordu? Ama hayır... Tavan yoktu. Gökyüzü de. Yukarı, aşağı, sağ, sol — hepsi aynıydı. Düz, sonsuz bir beyazlık içinde duruyordu. Yine de sanki görünmez bir kutunun içindeydi. Küçücük bir ses bile yankılanmadan yutulacakmış gibiydi. Sıkışmıştı. Elini kaldırdı. Kemiklerinin yer değiştirdiğini hissetti. Tendonları gerildi, parmakları açıldı.
Derisinde bir ürperti gezindi. Elini görebiliyordu. Parmakları vardı. Tırnakları, kırışıklıkları, damarları… Ama bu el... Yabancıydı. Tırnak şekli, ten rengi, eklemler... Hiçbiri tanıdık gelmiyordu. Bu el onun muydu? Ağzı kıpırdadı. Dudakları oynadı, çene kası gerildi.
Ama ses çıkmadı. Sanki boğazı boştu. Ya da kelimelerin yankı bulacağı bir yer yoktu artık. Ayağa kalktı. Ayak tabanları bir yüzeye bastı. Ne toprak, ne taş, ne de metal... Pürüzsüz, ılık bir zemin… Görmüyordu ama var olduğunu hissediyordu. Adım attı. Ayak sesi yoktu.
Yankı yoktu. Her şey... Fazla sessizdi. Gerçeğe benziyordu ama gerçek değildi. Rüyaya benziyordu ama uyanıktı. İçinde bir şey kıpırdadı. Bir mide kasılması gibi, ama acı değil. Endişe. Yarı uyanık bir bebek gibi huzursuz, ama nedenini bilmiyordu. Tam o anda... Hava titredi. Görünmeyen bir dalga geçti içinden. İnce bir elektrik akımı gibi — derisinin hemen altından süzüldü. Ardından bir ses... Hayır. Kelime değildi. Bir düşünceydi. Zihnine fısıldanan, ağzından çıkmayan bir fikir: “Henüz doğmadın.” Gözlerini kıstı. Omuzları kasıldı.
Çevresine baktı — biri var mı diye. Kimse yoktu. Ses içindeydi. Göğsünün içinde yankılanıyordu sanki. “Kim olduğunu bilmiyorsan, varlığın da yarım kalır. Buradasın çünkü sen kendini kaybettin.” Kaşları çatıldı. Bir refleksle ellerini yumruk yaptı. “Kaybettim mi?” Bu kez sesi duyuldu. Boğuk. Kırılmış bir flütün ilk nefesi gibi. Paslı, zayıf, ama gerçekti. “Adını bilmiyorsan, adını bulmalısın. Ama isim yalnızca bir başlangıçtır. Gerçek soruyu sor: Ben kimim?”
Dizlerinin bağı çözüldü. Olduğu yere çömeldi. Ellerini başının yanına koydu, parmakları saçlarına gömüldü. Başını öne eğdi. Zemin sıcaktı ama rahatsız edici değildi. Bu bir rüya olmalıydı. Rüyalar bu kadar acıtmazdı. Tenindeki serinlik, kaslarındaki yorgunluk, başındaki ağırlık... Gerçekti. Korkmuyordu. Çünkü korku bile bir kimlik isterdi. Adı olmayan biri... Neyi kaybedebilirdi ki?
...
Boşluk çözülmeye başladı. Önce renkler geldi — silik, griye çalan gölgeler. Sanki biri karanlık bir tablonun üzerine su serpmişti; sınırlar belirsizleşti, formlar titreşmeye başladı. Sonra sesler... Çok uzaktan, çok derinden gelen yankılar. Bir ağacın içindeki kurumuş damarlar gibi içten içe çatlayan, sürtünen, kayarak ilerleyen sesler. İnsan sesi değildi bu. Bir hatıranın yankısıydı. Bir düşüncenin, belki de çoktan unutulmuş bir fısıltının kalıntısı.
Zemin sertleşti. İlk başta fark etmedi; ama dizlerinin altı ısınmaya başladı. Başını kaldırdığında, gökyüzü artık oradaydı. Ama yıldızsız, ışıksız, gölgelerin bile olmadığı bir boşluktu bu. Yine de karanlık değildi. Işık, bir kaynaktan değil, havanın kendisinden yayılıyordu. Sabit değildi bu ışık — huzursuzdu. Soluk alır gibi titreşiyor, etrafı sönük bir parlaklıkla sarıyordu.
Ve ardından... Önünde bir şehir yükseldi. Ama bu şehir, bildiği hiçbir yere benzemiyordu. Kuleler yukarı doğru dik yükselmiyordu. Sarmal çizgilerle, çevrelerine dolanarak tırmanıyorlardı. Sanki yerçekimi yönünü unutmuştu. Bazı yapılar, boşlukta asılıydı — temelsiz ama yerinden kıpırdamıyordu. Sokaklar canlı gibiydi. Attığı her adımda zemin, nabız gibi hafifçe titreşiyordu. Ayağının altı ürperiyor, sanki şehir onun farkındaymış gibi davranıyordu.
Bir caddeye adım attığında, ilk kez başka varlıklar belirdi görüş alanında. İnsana benziyorlardı, ama yüzleri... Eksikti. Gözlerinin yerinde, titrek birer ışık vardı — ne renk, ne biçim. Dudakları yoktu, ama birbirleriyle iletişim kuruyorlardı. Kelime kullanmadan. Düşünerek. Bunlardan biri, başını ona çevirdi. Yüzsüz ama dikkat kesilmiş bir hâlde:
“Hoş geldin. Na’ra seni kabul etti.”
Sesi... Duymadı. Onu zihninin içinde, alnının arkasında bir dalga gibi hissetti.
“Nereye geldim ben?” diye sordu — sesi titrek, ürkek.
“Buraya gelen herkes aynı soruyu sorar. Ve cevap daima aynıdır: Unutulanlar Diyarı. Burası Na’ra. Kim olduğunu bilmeyenlerin son duraklarından biridir.”
“Siz kimsiniz?”
Varlık hafifçe başını yana çevirdi. Bu bir 'gülümseme' olabilir miydi?
“Biz? Hatıraların Mimarlarıyız.”
“Hatıralarımı mı biliyorsunuz?”
“Hayır. Sadece saklananları açığa çıkarırız. Burada hiçbir anı sana verilmez. Senin onları bulman gerekir. Her seçim bir kapı açar.”
Etrafına baktı. Kuleler, yollar, geçitler, kemerler, merdivenler... Hepsi çağırıyor gibiydi. Bir yön seçmek kolaydı — ama doğru yönü seçmek...
Her adım bir parçasını getirebilir. Ama aynı zamanda... Bir parçasını da götürebilirdi.
“Peki... Ne yapacağım?”
“Kendini inşa edeceksin. Parçalarını bulacaksın. Ama dikkatli ol. Her yansıma gerçeği göstermez. Bazıları sadece seni kandırmak için var.”
O sırada varlığın eli — ya da koluna benzeyen bir uzantısı — parmağına dokundu. Sıcak değildi, ama titrek bir titreşim bıraktı derisinin üstünde. Büyük, camdan bir yapıya doğru yöneldi. Üzerinde altın harflerle yazılıydı: Yansıevi. Her yüz, bir hayat. Her hayat, bir ihtimal...
Kapı kendiliğinden açıldı. İçeriden soğuk bir hava süzüldü. Ama bu soğukluk, bedenine değil — zihnine dokundu. İçerisi sessizdi. Ama aynalar... Konuşmaya hazırdı.
Suat TEKİN
|
Cevaplar:
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 12-Ekim-2025 Saat 18:20
https://www.youtube.com/watch?v=xk-ibwemIvs&t=331s
Bu Deney Nobel Kazandı: Milyarlarca Parçacık Aynı Anda Kuantum Tünelleme Yaptı!
BARIŞ ÖZCEN
BİLİM: dil.. teknik.. ticaret.. TEKNO-loji (LOGOS) Hikmet'e giden yol İKTİSATTAN geçiyor.
geçmezse KUVVET ele geçiriliyor.. Israfa gidiliyor.
KÜLTÜR
HUKUK: din.. gelenek.. siyaset.. İDEO-loji (LOGOS) Ahlak'a giden yol ADALETTEN geçiyor.
geçmezse HAKK-SIZLIK başa geliyor.. zulme gidiliyor.
MEDENİYET
BİLİM ve HUKUK ile MEDENİYET ve KÜLTÜR
Hakk ve kuvvet arasında DENGE kararlı ve kararsız denge arasındaki ARTI ve EKSİ yönde oluşuyor.. Artı yönde olsa HAKKA yakın oluyor.. iyilik oluşuyor.. Eksi yönde olsa KUVVETE yakın oluyor.. kötülük oluşuyor.
Biz denge dedik amma nesneler arası denge ile kişiler arasındaki UYUM konusu işin ayrıntılı analizini istiyor. Öznenin hem nesne hem kimse yanı bulunuyor.
Biz burada iyilik ve kötülük dedik ama bir de işin doğrusu ve gerçeği bulunuyor. Demek ki günlük dilin düz yazısı ile bu işler çözümlenemiyor. Sadece sokratik bir diyalektikle hakkı battıl batılı hak gösteriyorsun.. ya da ısrafı iktisat.. iktisadı ısraf görüyorsun.. adalet ve adaleti zulum görüyorsun.. örneğin hayrı ısraf bulunmaz.. ısrafta hayır olmaz.. diyorlar.. itibardan iktisat olmaz.. diyorlar.. yani işler göründüğü gibi yalın değil. Daha köklü analizler gerekiyor.
Bilim adamları gerçeği ve doğruya arayıp kuvveti ve gücü elde ederken siyasat ve ideoloji adamları bunları iyilik ve kötülük yolunda kullanarak.. seni ikna etmeye çalışıyorlar.
Demek ki doğruyu ve gerçeği öğrenmek başka.. iyi veya kötüye kullanmak başka.. ya da bu yolda ÖĞRENDİKLERİNİ ve KULLANDIKLARINI başka... sahip ve aid oluşa göre değerlendirerek var oluşun düze çıkarmak başka..
İşte sana üç başka.. bu üçünün bir benzerliğini kurmakta dördüncü başka.. bu yüzden seni YBA çağırıyorum.
Saygılarımla..
osmanziya 12.10.2026
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 12-Ekim-2025 Saat 20:54
Insanin hasilati kadar haysiyeti bulunur
İnsanın ürünü kadar onuru olur
ilkesi bizi başariya yonlrndirir.
Başariyi kimden ögrenebiliriz..
başaranların yaşam öykulerinden..
başari yolunda başaramiyanlardan..
başari yoluna girmeyenlerden..
buna rağmen başaramazsak
şunuda göruruz ki
başaranlilarin buyuk bir kısmi.. ya miras ya da firsattan yararlanmiş ya da haşarıli olduklarindan öne çikmişlardir.
Fakat asil başari.. mal ve hizmet ve ilim çoklugu degil bu çoklarin hesabini verebilmek oldugundan azlarimiz kurtuluşumuzun vesilesi olabir.
KURTULMAK..
çalışarak uretmekten..
uretimde kazanmaktan..
satisda basarmaktan..
daha onemlidir.
osmanziya 11.10.2025 ankara 20:50
EDİBAYAT SEVGİSİ PAYLAŞIMI
Rowan Atkinson, orta sınıf bir ailede doğdu ve kekemeliği nedeniyle çocukken çok acı çekti. Ayrıca görünüşünden dolayı okulda alay edildi ve zorbalığa uğradı. Zorbaları onunla, "bir uzaylı gibi görünüyorsun" diyerek alay ettiler.
Öğretmenlerinden birinin söylediğine göre, kısa süre sonra tuhaf davranışlar gösterdi ve çok utangaç, içine kapanık, fazla arkadaşı olmayan bir çocuk oldu. Bu yüzden bilime yöneldi. Onun hakkında olağanüstü bir şey yoktu. Parlak bir bilim adamı olması beklenmiyordu ama herkesin yanıldığını kanıtladı.
Oxford Üniversitesi'ne girdiği günlerde oyunculuğa aşık olmaya başladı ancak konuşma bozukluğu nedeniyle performans gösteremedi. herhangi bir filmde veya dizide oynamadan önce elektrik mühendisliği alanında yüksek lisans derecesi aldı ve mezun olduktan sonra hayalinin peşinden gitmeye ve oyuncu olmaya karar verdi. Böylece bir komedi grubuna kaydoldu.
Pek çok TV programı onu reddetti ve birçok reddedilmeye rağmen kendini yıkılmış hissetmedi. Kendine inanmaktan asla vazgeçmedi. İnsanları güldürmeye büyük bir tutkusu vardı ve bunda çok iyi olduğunu biliyordu. Orijinal komedi skeçlerine giderek daha fazla odaklanmaya başladı ve kısa bir süre sonra ne zaman bir karakteri canlandırsa akıcı bir şekilde konuşabildiğini farketti. Kekemeliğinin üstesinden gelmenin bir yolunu buldu ve bunu oyunculuğu için bir ilham kaynağı olarak kullandı. Ustası Rowan Atkinson için çalışırken, Mr. Bean olarak bilinen garip, gerçeküstü, aksaksız konuşan karakteri birlikte yarattılar.
Diğer dizilerde başarılı oldu, Mr. Bean onu dünyaca ünlü yaptı ve görünüşü ve konuşma bozukluğu nedeniyle karşılaştığı tüm engellere rağmen, kahraman bir imaj veya Hollywood yüzü olmadan da başarılı olabileceğini kanıtladı. Dünyanın en sevilen ve saygı duyulan aktörleri arasına girdi.
Bu Rowan Atkinson'ın motive edici başarı öyküsüdür. Çok ilham verici, çünkü; bize hayatta başarılı olmak için en önemli şeylerin tutku, sıkı çalışma, özveri ve duygularımızla birlikte zayıflıklarımızı umursamadan asla pes edilmemesini öğretiyor.
Hikayeden çıkarılacak ders:
Kimse mükemmel doğmaz. O yüzden korkma İnsanlar zayıflıklarına ve başarısızlıklarına rağmen her gün harika şeyler başarabilirler. Öyleyse git ve sahip olduğun tek hayatta elinden gelenin en iyisini yap.
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 12-Ekim-2025 Saat 21:04
Amerikalı filozof ve Profesör Noam Chomsky, 95 yaşında konuşma ve yazma yeteneğini kaybeder, böylece küresel sistemler hakkındaki gerçeği ortaya çıkardığı bir araç olan kelimelerin tahtından feragat etmek zorunda kalır. Hayatı boyunca arkasında güçlü yansımalar bıraktı, şunlar da dahil:
“Yoksul ülke yoktur, sadece başarısız kaynak yönetimi sistemleri vardır. “
“Kimse aklınıza gerçeği koymaz; bu sizin keşfetmeniz gereken bir şeydir. “
“Eğer bir halkı kontrol etmek istiyorsan, senden daha tehlikeli görünen hayali bir düşman yarat, o zaman kendini onların kurtarıcısı olarak göster. “
“Tarihin en net derslerinden biri: haklar verilmiyor, zorla alınır.” “
"Tarihi çarpıtmanın arkasında bir amaç vardır, sadece büyük insanların önemli şeyler başarmış gibi göstermek için. İnsanlara güçsüz olduklarına inanmayı ve büyük bir adamın harekete geçmesini beklemeleri gerektiğini öğretiyor. “
“Dünya gizemli ve kafa karıştırıcı bir yer. Kafanın karışmasını istemiyorsan, başkasının aklının kopyası olursun. “
"İnsanları kontrol etmek için, onları kendi sefaletlerinden sorumlu olduklarına inandır ve kendini onların kurtarıcısı olarak göster. “
“Batı bir gün insanları gerçek doğalarından uzaklaştıran sığ fikirlerinden pişman olacak. Doğru dini ve doğru inancı aramak lazım. “
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 12-Ekim-2025 Saat 22:37
Ankara savaşından önce Timur, Türk köylerini yakıp yıkan Ermeni çetelerini yakalayıp,huzuruna getirdi.
Ermeni çetecilerine; "Öldürmek iyi midir ?" diye sordu. Korkudan cevap veremediler.
Timur devam etti; "İyi olmasa öldürmezdiniz. Bebedeki çocukları kıtır kıtır kesmezdiniz. Yapmaktan hoşlandığınız bir işin size de yapılması caiz değil midir? Kendinize iğneyi sokmadan başkasına çuvaldızı sokmamalıydınız.
Mademki halt ettiniz, şimdi siz de çuvaldızın nasıl can yaktığını öğreneceksiniz." Timur emrini verdi. Teröristler onar kişilik gruplara ayrıldılar. Hepsinin başları iple bacakları arasına sıkıştırılmıştı. Gruplar çukurlara dolduruldu. Çukurlar dolunca üzerlerine tahta örtüldü. Tahtalar da toprakla kapatıldı. Timur, Türk’e zulmedenin sonunun bu olduğunu söyledikten sonra, tarihe yazılan şu sözleri söyledi;
"Bir gün tarihçiler bu yaptıklarımı biçimsiz kelimelerle yazacaklar ve beni ayıplayacaklardır.
Fakat onlar kuru kamışı mürekkebe daldırıp akıllarına geleni çizenler 4 bin değil, 4 kere 100 bin değil, 400 bin kere 100 bin baldırı çıplağın bir Türk’ün aşık kemiğine değmeyeceğini bilseler ve benim yanmış Türk köyleri, kazığa vurulmuş Türk kadınları, duvarlara mıhlanmış Türk çocukları önünde ciğerimin nasıl yandığını sezseler biraz insaf ederler, beni kötülemezler !"
Kaynak; Şerafeddin Ali Yezdi ( 15. yüzyılda İran'da yaşamış Farslı tarihçi) (Timur Devleti tarih yazarı)
Ankara savaşından önce Timur, Türk köylerini yakıp yıkan Ermeni çetelerini yakalayıp,huzuruna getirdi.
Ermeni çetecilerine; "Öldürmek iyi midir ?" diye sordu. Korkudan cevap veremediler.
Timur devam etti; "İyi olmasa öldürmezdiniz. Bebedeki çocukları kıtır kıtır kesmezdiniz. Yapmaktan hoşlandığınız bir işin size de yapılması caiz değil midir? Kendinize iğneyi sokmadan başkasına çuvaldızı sokmamalıydınız.
Mademki halt ettiniz, şimdi siz de çuvaldızın nasıl can yaktığını öğreneceksiniz." Timur emrini verdi. Teröristler onar kişilik gruplara ayrıldılar. Hepsinin başları iple bacakları arasına sıkıştırılmıştı. Gruplar çukurlara dolduruldu. Çukurlar dolunca üzerlerine tahta örtüldü. Tahtalar da toprakla kapatıldı. Timur, Türk’e zulmedenin sonunun bu olduğunu söyledikten sonra, tarihe yazılan şu sözleri söyledi;
"Bir gün tarihçiler bu yaptıklarımı biçimsiz kelimelerle yazacaklar ve beni ayıplayacaklardır.
Fakat onlar kuru kamışı mürekkebe daldırıp akıllarına geleni çizenler 4 bin değil, 4 kere 100 bin değil, 400 bin kere 100 bin baldırı çıplağın bir Türk’ün aşık kemiğine değmeyeceğini bilseler ve benim yanmış Türk köyleri, kazığa vurulmuş Türk kadınları, duvarlara mıhlanmış Türk çocukları önünde ciğerimin nasıl yandığını sezseler biraz insaf ederler, beni kötülemezler !"
Kaynak; Şerafeddin Ali Yezdi ( 15. yüzyılda İran'da yaşamış Farslı tarihçi) (Timur Devleti tarih yazarı)
Geçmişte böyle idi.. Ancak Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan'ın ve la taziretun vizra uhra.. birinin hatasıyla başkası sorumlu olmaz ilkesiyle gelecekte böyle olmayacak.. insan hak ve hürriyetleri SAVAŞ'ta da olsa korunacaktır.
Bu gün bir ülkede suç işlense.. devlet polisi ve askeri ile hukukun üstünlüğünü uygulamakta ve hukuka aykırılık önlenmektedir. Fakat uluslar arası platformda kendini güçlü gören JANDARMA ülkeler hukuku uygulamamaktadır. Son örnek iki yıl geçen Gazze katliamı.
Kural ve yaptırımı ile uluslar arası hukukun bulunmayışı ya da küresel resmi kuruluşların küresel sivil örgütlerin GÜCÜN etkisinde oluşunun çeşitli ekonomik ve politik nedenleri sayılabilir. Ancak asıl etken kültürel ve sosyaldır. Bunlar neler olabilir ?
BİRİNCİSİ dil ve dil ile emek ve özgürlüğün yani etnik ve etik ile ekonomik ve politik ortak insani değerlerin.. partilerin ve ideolojilerin paravana ve paratoner edilmesidir.
İKİNCİSİ Kültürün olmazsa olmaz koşulu olan dilin ve dinin bilime ve hukuka intikal edip ticarette ve siyasette iktisad ve adalete sağlamada şirketlerin ve partilerin gereği ve yeteri kadar gayret göstermemesidir.
GDD Gizli Dünya Devleti’ni ayakta tutan GDDY Günlük Dilin Düz Yazısı’nın YBA Yöntem Bilimsel Analiz ile kötü ve kötüye kullanılmasının zamanla en aza indirilmesi sağlandığında yukarıdaki iki engel etkisini yiterecektir.
Osmanziya 12.10.2026 pursaklar ankara 21:31
not: Timur'a ve Hitler'e rağmen Ermeniler ve Yahudiler yine aynı işi yaptıklarını nazara aldığımızda hem SAVAŞ ve KATLİAM ile sorunun çözülmediğini ve hem mukabele-i bil misil ile önlenemediğini tarihen anlamış bulunuyoruz. Öyle ise DİN bu sorunları çözmüyor.. çağımızda gördük ki HUKUK da bu sorunu çözemiyor. Öyle ise Dinin hukuka intikal etmesi gibi hukukunda Ahlaka inkilab etmesi bekleniyor. Bu arada dilin bilime intikal etmesi gibi bilimin de hikmete inkilab etmesi isteniyor. osmanziya
|
|