çağda kainat tasviri  
       
      Nereden Yazdırıldığı: YöntemBilim Forumu
        Kategori:  Diğer
       Forum Adı:  Din
       Forum Tanımlaması:  Diğer Paylaşımlarınız
       URL: http://www.yontembilim.com/forum/forum_posts.asp?TID=1581
       Tarih: 04-Kasım-2025 Saat 04:16 Program Versiyonu: Web Wiz Forums 8.03 - http://www.webwizforums.com
      
 
  
      Konu: çağda kainat tasviri
       
      Mesajı Yazan: osmanziya
       Konu: çağda kainat tasviri
       Mesaj Tarihi: 22-Kasım-2020 Saat 20:10
       
      
        
          
	
Kainat01: 39.ncu slayt Eki:
 
 
 ÇAĞDAŞ KAİNAT TASVİRİ
 
 İnsan, öğrenmede deneme ve yanılma olgusuna bağımlıdır. Bu nedenle , nesnelere ilişkin bilgileri, sürekli değişir. Bu nedenle de kainat hakkında tasvirlerini yeni verilerle düzeltir. Böylece, evren hakkındaki FENNİ kuramlarını,  geliştirerek ilerletir. Ancak birikim ve gelişime dayanan sonsal bilgisini evrene ilişkin DİNİ kitaplarla nakledilen kutsal  sözlerle ilişkisini kurmakta daha ince bir düşüne ve daha duyarlı bir anlayışa gereksinim var.. Bu zor ve güç işi başarmakta kararlıysanız,  sizden önyargısız bir sorgulama, dikkatli ve sabırlı bir kurgulama bekliyorum.    
 
 İlk önce şunu belirteyim ki, evrenin “KOSTANTLAR”ı olan  açık “ölçümler” yani “değişmezler”in hangi veriler olduğu saptamak ve Kitabın “MUHKEMAT”ı olan kesin “anlamlar” yani “nasların” ne gibi bildirimler olduğunu tespit etmekse  ise, hem  bu yazının konusunu hem  yazarının ihtisasını aşar. Çünkü evrene ilişkin   VERİLERİNİN geçerli açıklanması uzmanlarının yetkisine girer.  Keza  kitabi BİLDİRİMLERİNİN bağlayıcı  anlaşılması da müçtehitlerin yapacağı bir iştir. Ama şu bana göre açık; yer ve gök hakkındaki, fenni betimlemeleri “değişmesi” ve dini yorumların “yenilenmesi” yüzünden her iki tür  açıklamada  zamanla değişen ve  gelişen bir çizgi sergiler. 
 
           “çok küçük evrenler” (MİKROKOSMOS) yani alem-i süfli ,   “çok büyük evrenler” (  MAKROKOSMOS)  yani alem-i ulvi; araçlarımızın geliştiği kadar görüş alanımıza girse de dış beş duyumuzun  limitlerini aşarlar.   Bu yüzden bu   “gizlenen evrenler” hakkında bilgilerimizi, duyarlığı çoğaltılan araçlarımızla birlikte  araştırma ve inceleme  tekniklerimizi   geliştirerek  artırırız.  
 
 Bu deneme-yanılma olgusu ve araştırma geliştirme süreciyle teknik ve  bilgilerimiz yetkinleştikte  ve araçlarımız geliştikçe,  yeni varlıklar ve yeni olaylardan haberdar oluruz. Elde ettiğimiz “taze”  bilgileri  ve yaptığımız “yeni” kuramları tartışma ve eleştiriler ile test ediyor, denetliyoruz.  Bu değişim ve  gelişim, denetim ve düzeltimler,  yeniliklerin motorudur. Bu keşif ve icatlarla fenni bilgilerimizi revize ediyoruz ve kuramlarımızı  değiştiriyoruz. Bu tecdid ve yeniliklerle   dini kavrayış ve yorumlarımızı da geliştiriyoruz. 
 
 Ancak  bu bilgi saçılım ve görüş açılımının kökü ve kaynağı olan   Evren sabiteleri ve Kitab Muhkematı değişmiyor. Çünkü onlar tam ve yetkindirler.  Evrim geçiren ve gelişen bizim bilgilerimiz ve görüşlerimizdir. Tekessür ve temasül kanunlarının açıklamak , tenevvü ve tenasül  yasalarının yorumlamak suretiyle   canlı ve cansız evrene ilişkin toptan bir tekamül (evrim) kuramının çıkartılması fenni değil felsefi bir konudur. Bu konuyu webimde din ve fen ilişkileri sayfasında tartışması yapılmıştır oraya gönderme yapıyorum. 
 
 Şimdi..   binbeşyüz  yıl önce  insanlar  kainatı akdeniz çevresinden ibaret zannederken bu gün güneş siteminden başka yıldızların gezeğenleri   keşfetmektedir. Yine beş yüz yıl öncesinde güneşi evrenin merkezi zannederken yirminci yüzyıl başlarında onun yıldızlardan  bir yıldız olduğu ortaya çıktı. Keza  kendi galaksimizin ve başka  galaksilerin varlığını yetmiş  yıl önce, gelişen araçlarımız ve değişen kuramlarımız sayesinde  öğrendik. 
         
  Demek ki  zamanla  edindiğimiz verilere göre  göklerin  ve gök sistemlerin yapı ve  işleyişi hakkında bilgilerimizi yenilemek ve değiştirmek,  düzeltmek ve geliştirmek  zorundayız. Bu değişim  seyri bazan evrimsel bazan devrimsel bir nitelik arzeder. Ama her ikisi de birbirine tamamlayan gelişim ortaya koymaktadır. Ama her devrim, hem fenni hem dini olarak kainat tasvirimizde köklü değişikliklere yol açıyor. Bu değişim artık yüzyıllara değil bir insan ömrüne sığıyor.  Bu güne kadar kozmoğrafya üç devrim geçirmiştir:
 
 İlk kainat tasvirimiz; Aristo (ölçme ve sayma kullanmayan nitel tanımlamalı)  fiziğine dayalı Batlamyus’un  yer merkezli kainat telakkisidir.
 
 İkincisi Newton’un gelişen kozmolojik  ölçümlerine ve değişen  matematik hesaplama tekniklerine dayalı güneş merkezli kuramdır. Newton aynı zamande kendi buluşu olan matematik analizle genel çekim yasasını kanıtlamıştı. Newton fiziğine dayanan   (değişen hızlı / değişmeyen zaman ve mekan kavramlı) düşünce,   Kant-Laplace   güneş merkezli kainat tasviri (kuramı) nın temeli oldu.
  
 Üçüncüsü Einstein’in (ışık hızı değişmezli / değişen zaman-mekanlı izafiyet fiziği) de  düşüncesi   dayalı merkezsiz Büyük Patlama (Big Bang) Kuramına yol açtı. Bu güne kadar Kozmoğrafya fiziği izledi, sanırım bundan sonrada beraber gidecekler daha sonrada fizik, kozmolojiyi izleyecek.. diye düşünüyorum. Masraflı parçacık hızlandırıcıları  atomu lime lime ederken “Hesap” ve “Kitab” evreni lif lif açıyorlar.. 
 
 
  Evrene ilişkin  bilgimizin evriminde, bilgilerimizin  birikimi, araç gelişimi ve bilimlerin birbiriyle yardımlaşması esas zemindir. Bunu  astronomiye ilişkin nazariyelerimizin değişmesinde ve gelişmesinde açıkca görüyoruz. Astronominin evrimi ne  sadece göklerin gözleminde araçlarımızın  duyarlılığının  artması   ne de sadece  yerde edindiğimiz ve geliştirdiğimiz fizik bilimine ilişkin telakki, tasvir ve faraziyelerin doğrudan etkisi vardır. Hem sadece fizik bilimlerin değil  matematik araçlarımızın geliştirilmesinin de  önemi vardır Genel çekimin kanıtlanması, Newton’un keşfi olan matematik analizle mümkün olmuştur. Işık hızı ölçümüyle birlikte Einsten Matematikten, Lorentz dönüşümlerinden yararlanmıştır. 
 
 VE EN ÖNEMLİSİ, Kitabın bildirimlerinden ve aydınlığından yararlanılması gerçeğinin unutulmasıdır: Kitab”ın bize “GÖKLERİ VE YERİ  İNCELEMİYORMSUNUZ VE DÜŞÜNMÜYORMUSUNUZ ? diyen  sürekli çağrı ve uyarılarını göz ardı ediyoruz. Bu gaflete rağmen, batıda  yer merkezli görüş dini hüviyete bürünerek yüzyıllardır istibdadını devam ettirmesine rağmen bizde yer ve güneş merkezli görüş ikisi birlikte fenni nazariye halinde kalmıştır. Hatta İbrahim Hakkı Hazretlerinin “Marifetname”sinde fenni kesinlik kazanmadığı dönemlerde bile Güneş merkezli kainat telakkisi,  asıl kabul edilmiştir. 
 
 Kaldı ki bu üç kainat tasviri birbirinden tamamen kopuk değildir, kademeli bir ilerleme sergiler. Yer merkezli (kapalı), güneş merkezli (değişmez)  ve merkezsiz (görecel)  kainat olmak üzere üç telakki;  üç tarihi değişimi yansıtan, hepside alanlarında geçerli olan,  birbiri içinde üç ayrı dünyadır. Sokaktaki avam ilkini tanır ve her yerde geçerlidir, lisedeki  talabe ikincisini öğrenir ve yeryüzünde  geçerlidir, üniversitede astronomi bilimi tahsil eden üçüncüsünü öğrenir ve uzayda yürürlüktedir.
 
 Arabaları atların yada motorların çektiği  engebeli ve sürtünmeli yeryüzünden , süredurumla gidilen ve çekimsiz boşlukta durulan uzaya çıktığımızda dünyamızda değişir. Ama ister yer yüzünün “altını” inceliyelim  ve ister gökyüzünün “üstünü” araştıralım değişmeyen iki husus var:
 
  Birincisi; dini açıdan insanın YARATILIŞIN ortasında bulunduğu gerçeğidir. Makro A  “kübbe”/kürre  ile  mikro  C  “cübbe”/zerre   arasında bir midi B  “habbe”/hücre  menzil olan bedenimizin evrenin “merkesinde” durmasıdır. İnsan, evrenin göz bebeğidir. (ARZ) (*) 
 
 İkincisi; fenni açıdan bilgilerimizin bir EVRİM  geçirdiği olgusudur. Hem bedinimizin “üstündeki”  MAKRO DÜNYA, hem bedenimizin “altındaki”  MİKRO  DÜNYA yani yıldızlara ve atomlara  ilişkin bilgilerimizin birbirlerini etkiliyerek değişmesi, yenilenmesi ve gelişmesidir. (SEMA)       
 
  İşte Kur’an-ı Azimüşşan insanların FKB (Fizik-Kimya-Bioloji)  ve özellikle astronomi bilimlerinin bu gelişmeli özünü nazara alarak fennin maddi konularında bağlayıcı bilgiler  vermemişken ne yazık ki bazı din adamlarının  evren hakkındaki kuram ve yorumları kitabi ve dini  gerçekler zannedilmiş ve üzülerek ifade edelim ki zamanla eskiyen ve geçerliliğini yitiren bu görüşler için din ve kitap suçlanmıştır.
 
      Bu YANLIŞA YENİDEN DÜŞMEMEK İÇİN, bu değişim ve gelişim  hakikatini  nazara alarak bu sunumda  verilen bilgi ve belgelerin, yapılan açıklama ve yorumların,  nihayet bizim çağımızın kainat tasvirleri (betimlemeleri) ve nazariyeleri (kuramları)  olduğu unutulmamalıdır. Hatta bu surumda esas alınan big bang kuramına ilişkin yeni itirazlardan sunumda bahsedilecektir. Keza bu sunumda anlatım, tasarım ve kurgulamaların, kişisel “bilgime” ve yorum  “kapasitesime” bağlı zihni bir model olduğu akıldan çıkartılmamalıdır. 
 
      Elbette anlatılanlarda gerçeğin doğru yanlarıyla birlikte kişilerin hata payları da olacaktır. İdeal olan kişisel  hata paylarının giderek azaltılmasıdır. Bu bağlamda  Kozmoğrafya alanında  geçmişin masa başı spekülasyonlarından  gözlem ve ölçüme bağlı kanunlara doğru gelişerek hurafelerden arınmakta olduğu da bir vakıadır. Simya da kimyaya, astrolojiden astronomiye geçişi hatırlama, bu olguyu örneklendirecektir. Zaten insanlığın misyonu,  fıtratın vazifesi ve yaratılışın amacıda bu dini “doğru”yu açma  ve fenni “gerçeği” genişletme  değil midir ? 
 
      Bu özetlemeden  sonra , 
 
 A) Şayet kozmolojinin son verileri olan; 
  
 1) Big bang 
 2) İçiçe anaforlara teorisini
 3) Parite doktrini
 4) Parelel evrenler kuramını;
  
 nazara alırsak
 
 B) Kur’an-ı Azimüşşan’ın  çağdaş yorumu olan Risale-i Nur Yedi gök hakkındaki açıklamalarına ve bu suna esas olan AyetelKübra Risalesinin  birinci mertebesine; 
 
 bağlı kalırsak,
 
       “ARZ”ı,   bedenimizin bulunduğu rasat ve gözetleme  “merkezi”,  “SEMA”yı da, bu merkeze göre  muhit ve gözeteleme  “sınırı”  (ya da alanı)  olarak  alabilir ve yorumlayabiliriz. 
 
 Buna göre bizim merkez noktamız (önce arzdı, sonra güneş oldu, sonra galaksi oldu, sonra mahalli galaksi kümemiz oldu, sonra... )  daima yenileşecek ve değişecektir. Çünkü  çevre sınırımızda  sürekli değişmekte   ve genişlemektedir. Başka bir ifade ile bilgimizin evrimi ile  her  bir “sema” (muhıt) , bir üst semaya nisbeten “arz” (merkez)  haline gelmektedir. Bu arz ve sema tanımlamalarımızın değişmesine  merkez ve muhit koordinatlarımızın yenilenmesine rağmen  rağmen, üçü altta – dördü üstte yada yedisi altta – yedisi üstte, “KESRET” (ÇOKLUĞU)  ifade eden “yedili sistem”,  ister fenni bilgimizin tespitti gibi “izafi” bulunsun, ister dinin inancımızın belirttiği gibi “mutlak” olsun,  korunmaktadır. Başka bir ifadeyle,  gökler hakkında bu yenilenen ve  gelişen bilgilerimize  karşılık “seb’a semavat” (tıkla)  yani “yedi gök” yada “kesretli  sema” sürekli gerçeğine  olan  inancımız (tıkla) değişmeyecektir.
 
 Rasat (gözlem)  merkezinin DEĞİŞMESİNİ, NESNE değişmesi, KİMSE  değişmesi yada nesne ve kimse ilişkisinin adı olan BİLGİ  değişmesi olarak  üç anlamda aldığımızı belirterek  Ancak DEĞİŞMEZ konusunda “şimdi”  şunları söyleyebilirim:
 
 Şimdi biz  evreni,  patlayan bir tohumdan bugünün boyutuna ulaşan kocaman bir  DAİRE ya  da HÜVE olarak düşünebiliriz.  Bu daire yine bir  nevi nüveler ve hüveler olan zerreler ve kürelerden oluşmuştur. 
 Zerreler ise zaman ve mekan kadrosunda ortaya çıkan “kütlesi” ve “hareketi” olan      ÇİFT YAPILI minik varlıklardır. 
 Kürreler ise, birbiri içinde   DÖRT mütedahil daire (odalar ve obalar halinde) oluştururlar. Bu daireler genel zaman ve mekan kadrosunu paylaşan birbiri içinde  “organ-sistem-ortam” hiyerarşisi içinde kademelenme gösteririr. Çünkü bu çift yaratılış (parite) en genel evren yapılanma yasadır. Çünkü evrende Hüve lafzı gibi “O”nu göstergeler..
 
 
 
 Bu sunumda,  dünyanın atmosferi hariç olmak üzere onun üstündeki üç uzayı tanıtmaya çalıştık. 
 
 Kürreler sisteminde  bir alt küre bir üst kürenin içeriğini, bir alt öğe bir üst kümenin elemanını ve bir alt sistem bir üst ortamın organını oluştururlar.  Mesala arz, bir gezegen olarak diğer gezegenlerle güneş (yıldız) sisteminin içeriğini oluşturur. Güneşle birlikte yüz milyar yıldız,  samanyolu (galaksi) sisteminin elemanları haline gelirler. Bizim galaksimizle birlikte yüz milyar galakside dördüncü küre olan kainatın alt sistemleri halinde birbirine bağlanmıştır.
 
 Bu gün için  hem hacimleri ve koşulları yektdiğerine muhalif  hem öğeleri ve elemanları birbirinden farklı  birbiri içinde dört uzay gözlenmektedir. Birincisi, arzın, ATMOSFER boşluğu yani cevv-i sema. İkincisi güneş(yıldız)  sisteminin GEZEGENLERARASI uzayı yani sema-ed-dünya. Üçüncüsü,  galaksi (gökada) sisteminin YILDIZLARARASI uzayı. Dördüncüsü, galaksilerin oluşturduğu kümeler, bu kümelerin oluşturduğu ÜSTBOŞLUKLAR.
 
       Küreler’e  “hüveler” demiştik. Çünkü;  kürreler, çifter kübbeleri, onlar çifter zerreleri, onlar çifter cübbeleri oluşturmaktadır. Bu ikisi arada hücreler ve nüveler var.. Hücrelere yüklenen “ene”ler geçtiğimizde artık evren ilimlerinden insan ilimlerine geçeriz.. enelerden oluşan zümreler kimi dini kimi fenni tutarak insanın kendini ve evreni anlamasına ve açıklamasına yardım etmektedirler.. Siz hangi tarafta olursanız olun acizane bir tavsiyem var.. karşı tarafa da  dinlemeyi öğrenin ve ondan yararlanmaya alışın.. ben yaptım çok yararlı oluyor.. Kaybınız olmaz kesinlikle.. zaten çok değerli olan inancınızı, ister teist ister ateist, kolay kolay vermezsiniz. O zaten sizin hayatınızın temeli.. Ama gerçekten bir kapı açılırsa az bir kazanç değil bu..  
 
      Şimdi gördük ki bütün bu yaratılanlar; “Ve halaknaküm ezvaca”  yani “ve biz her şeyi çift yarattık” buyruğuna uyuyor, ama ben ya da ben hala “uyuyor”  olabiliriz, şu dile bak..  sanki bizimle alay ediyor (*)  bilimsel ve evrensel  bir tespit olan parite (çift yaratılış) yasası bilgisiyle uygunluk içinde ve bizim uyumumuz da buna bağlı.. 
 
      Paritenin (zevc: zıdd ve nidd); her görünen evrenin görünmeyen çifti, her maddenin antisi, her boyutun gizlisi, her yaratılanın paritesi,  var demektir. Partner aramadan neden duramadıklarını belki şimdi anladın..
 
      Şimdi paritenin  (ezvac-ezdad) kozmolojik  ve ontolojik  anlamından eksiztansiyel  ve epistemik anlamına geçersek;
 
       Bilginin çoğalttığı  her nesnenin yada tersine nesnelerin çoğalttığı her bilginin,
 
       Latince  ve  Arapça iki gözlü “H” harfi  gibi çift ve karşıt  gözü gibi (her nesnenin yapı ve işlevi) yada  (her  bilginin ilke ve  verisi) bulunur.  
  
 O halde dünyamızın çiftini aramak gerekecektir. Vahdeti karşısındaki  kesrete yönelenlerden, evrende “yer küre” nin simetrisini arayan çıkabilir veya  “arz”ın paralelini  bulmak isteyen olabilir. Hatta Kur’an-ı Azmişşan,  yedi arzdan bahsediyor kapalı olarak, yani dünya dışı yedi uygarlıktan. Fakat  bizce, en değerli  tenazur (bakışımlılık) ve en önemli muvazi (koşutluk), Hem, bizi de barındıran bu fâni “dünya” güzelinin,   “uhra”  yansımasının  ve “amel” tohumunun,  bâki ukbadaki açılmasıdır. 
 
 Hem kesretin, (tıkla)  ebter tuzağından, heva ve hevesten ari hak ve hakikati görmek göstermek suretiyle,  kurtularak kevser denizinde  vahdeti bulmasıdır.   
 
 Ne mutlu nefsini tutana,
 Ne kutlu enesini dizginleyene
 Ne mutlu ısrafa karşı koyana
 Ne kutlu  zulme baş kaldırana
 Ne mutlu insanı  yükseltene
 Ne kutlu islami yüceltene
 Ne mutlu ve ne kutlu, 
 Türklüğünü ve Kürtlüğünü
 Rasulullaha ve Kitabullaha verene
 Ne hoş ne hoşnud
 Hoşgörüsünü ve öngörüsünü
 Koruyan ve kurtarana...
 Ve ALLAH’A ABD OLANA
 Ki onlar bu gün ABD’e  abdal  olmazlar.
 
 Böyle bir Abdullah’a  bir değil bin  dünya verilse  az geliyor... O kadar ki cennetlerin ötesine Rıza-yı Bari veriliyor..
 
 
 10.04.2005
 
 Osman ZİYAOĞLU
 
 
 
 
 
 
 
 (*) Slaytımızıda evrenin göz bebeklerini izleyin bunu göreceksiniz.. gözlerinize inanmazsanız bende hoca gibi inanmazsan ölç diyeceğim. Malum hoca sormuşlar dünyanın merkezi neresidir ? O da demiş merkebimiz bastığı yerdir, diyerek Einstein’in merkezsiz görecel evren telakkisini o zamandan beri savunmuştur. Çünkü bu gün biliyoruz ki Big Bang kuramına göre  her “yer” evrenin merkezidir. Burası oradan dünyaya baktığımız odaktır. Odağı özek haline getirmekte her kişinin kendi sorunudur. 
 
 (**) Felsefe ekibinde Osmanziya adıyla yazdığım yazılardan anlaşılacağı üzere, yöntebilimsel yaklaşımım fen ve din ilişkileri genelinde ve bilginin yapı ve işleyiş olgu ve ilkelerini nazara alma özelinde “katı” bilimsel kuram ve “kesin” dini yorum, kabul etmez. Fen ve din ilişkileri  bundan daha genel olan dil ve din ilişkileri çerçevesinde gerçekleştirilir. Bu ilişkilerde de iki DEĞİŞMEZ var: Birincisi katı yöntem ve ikincisi kesin inanç. Aklımızın zorunlu yasaları ve bedenimizin olası verileri  bizi hem böyle hem de şöyle bakmaya zorlar.  Düzenli bir evreni ileri süren ve kanıtlayan insanlar kadar rast gele  bir evreni düşünen ve belgeleyen kişilerde bulunacaktır. Her iki yanı birlikte gören ve gösterenlerde.  Keza inanç yönünden aklı aşan kalb ve ruh gibi cihazları kullanan ya da  gözlemin ve mantığın üstünde bulunan kaynaktan bilgilenen  yada bilgilendiğini ileri süren insanların din ve öğretileriyle konuşanlar olduğu gibi sınırlı veriler dışındaki  bilgilere inanmayan yada  sınırlı verileri saltlaştıran ve bilimi dinleştiren mantıksız insanların inanç ve metafiziği  de bulunacaktır, her zaman.  Bütün bu olasılıkları nazara aldığımızda yöntembilimsel yaklaşımın  anlamı şu oluyor:
 
 Kesin içerikli  ve  donmuş bir “bilgi” olası değildir  ve katı ve değişmez durmuş bir “gerçek” yoktur. 
 
 Bu şu demekte değildir: kullanılacak içerikli belirli bir bilgi olamaz ve  dayanılabilen ve varsayılan bir gerçek yoktur. “tırnakları” sökülmüş bir bilgi ve gerçek vardır. Ama bu bilgi gelişir ve gerçek değişir.   Ama tırnaklı bir SALT “bilgi” ve SALT “gerçek” peşine düştüğüm zaman yöntembilimsel yaklaşıma başvurmak zorunda kalıyorum.
 
 Bu günkü  veriler bilgileri ve onların  tarihsel süreçlerini nazara aldığımda; birbirini içine alan ve en yenisi, kuramların  en özeli  yada en geneli kalan Aristo, Newton ve Enistein “fizikler”ine dayalı “Astronomiler” görüyor ve biliyorum. Bir tarafatan da insanın istidatlarının genişliğinin  KİTABIN okyanusuna sığabileceğine inanıyor ve yaşıyorum. Böyle  bilgi ve gerçek ol.an.ak.ları hususunda  insan ve evrenin var.ol.uş’u  konusunda hem önümüzde uzun evrimli bir yolun bulunduğunu hem burnumuzun dibinde çok kısa devrimli bir yüzün bulunduğunu da  gösteriyor. İsteyen dilediği ve diledikleriyle gider!   
 
      “     
 
          | 
         
        
      
 
  Cevaplar: 
       
      Mesajı Yazan: osmanziya
       
      Mesaj Tarihi: 23-Kasım-2020 Saat 15:35
       
      
        
          
	
DÜZELTİLMİŞ:
 
 Kainat01: 39.ncu slayt Eki:
 14 sayfa 2298 kelimelik bu yazıy
 09.04.2001 tarihinde yazmışım. 
 Bu gün 23.11.2020 tarihi itibariyle 
 19 sene önce yazmışım. 
 10.04.2005 de revize etmişim.
 
 
 
 
 
 ÇAĞDAŞ KAİNAT TASVİRİ
 
 İnsan, öğrenmede deneme ve yanılma olgusuna bağımlıdır. Bu nedenle , nesnelere ilişkin bilgileri, sürekli değişir. Bu nedenle de kainat hakkında tasvirlerini yeni verilerle düzeltir. Böylece, evren hakkındaki FENNİ kuramlarını,  geliştirerek ilerletir. Ancak birikim ve gelişime dayanan sonsal bilgisini evrene ilişkin DİNİ kitaplarla nakledilen kutsal  sözlerle ilişkisini kurmakta daha ince bir düşüne ve daha duyarlı bir anlayışa gereksinim var.. Bu zor ve güç işi başarmakta kararlıysanız,  sizden önyargısız bir sorgulama, dikkatli ve sabırlı bir kurgulama bekliyorum.    
 
 İlk önce şunu belirteyim ki, evrenin “KOSTANTLAR”ı olan  açık “ölçümler” yani “değişmezler”in hangi veriler olduğu saptamak ve Kitabın “MUHKEMAT”ı olan kesin “anlamlar” yani “nasların” ne gibi bildirimler olduğunu tespit etmekse  ise, hem  bu yazının konusunu hem  yazarının ihtisasını aşar. Çünkü evrene ilişkin   VERİLERİNİN geçerli açıklanması uzmanlarının yetkisine girer.  Keza  kitabi BİLDİRİMLERİNİN bağlayıcı  anlaşılması da müçtehitlerin yapacağı bir iştir. Ama şu bana göre açık; yer ve gök hakkındaki, fenni betimlemeleri “değişmesi” ve dini yorumların “yenilenmesi” yüzünden her iki tür  açıklamada  zamanla değişen ve  gelişen bir çizgi sergiler. 
 
           “çok küçük evrenler” (MİKROKOSMOS) yani alem-i süfli ,   “çok büyük evrenler” (  MAKROKOSMOS)  yani alem-i ulvi; araçlarımızın geliştiği kadar görüş alanımıza girse de dış beş duyumuzun  limitlerini aşarlar.   Bu yüzden bu   “gizlenen evrenler” hakkında bilgilerimizi, duyarlığı çoğaltılan araçlarımızla birlikte  araştırma yöntemlerimizi ve inceleme  tekniklerimizi   geliştirerek  artırırız.  
 
 Bu deneme-yanılma olgusu ve araştırma geliştirme süreciyle bilgilerimiz yetkinleştikçe  ve teknik araçlarımız geliştikçe,  yeni varlıklar ve yeni olaylardan haberdar oluruz. Elde ettiğimiz “taze”  bilgileri  ve yaptığımız “yeni” kuramları tartışma ve eleştiriler ile yeni gözlemlerimizle test ediyor, denetliyoruz.
 
 İşte bu değişim ve  gelişim, denetim ve düzeltimler,  yeniliklerin motorudur. Bu keşif ve icatlarla fenni bilgilerimizi revize ediyoruz ve kuramlarımızı  değiştiriyoruz. Bu tecdid ve yeniliklerle   dini kavrayış ve yorumlarımızı da geliştiriyoruz. Bunlardan korkmamak gerekir.  
 
 Ancak  bu bilgi saçılımının ve görüş açılımının kökü ve kaynağı olan   Araçlarımızın yeteneği kadar bulunan evren sabiteleri ve aklımızın gereği kadar olan Kitab Muhkematı değişmiyor. “Kadar” diyorum çünkü onlar da bize “verilen” kadar  tam ve yetkindirler. İmamı Nursi’nin MESAİL-İ MANEVİYE dediği bu kısım değişmez. Ancak MESAİL-İ MADDİYE dediği tekamül edip evrilen ve gelişen bizim  görüş ve düşüncelerimizle kurumlarımız ve kurumlarımız, bilgilerimiz ve buyruklarımızdır. 
 
 Tekessür ve temasül kanunlarının açıklamak , tenasül ve tenevvü  yasalarının yorumlamak suretiyle   cansız  ve canlı evrene ilişkin toptan bir tekamül (evrim) kuramının çıkartılması fenni değil felsefi bir konudur. Bu konuyu webimde din ve fen ilişkileri sayfasında tartışması yapılmıştır oraya gönderme yapıyorum. 
 
 Şimdi..   binbeşyüz  yıl önce  insanlar  kainatı akdeniz çevresinden ibaret zannederken bu gün güneş siteminden başka yıldızların gezeğenlerini   keşfetmektedir. Yine beş yüz yıl öncesinde güneşi evrenin merkezi zannederken yirminci yüzyıl başlarında onun yıldızlardan  bir yıldız olduğu ortaya çıktı. Keza  kendi galaksimizin ve başka  galaksilerin varlığını yetmiş  yıl önce, gelişen araçlarımız ve değişen kuramlarımız sayesinde  öğrendik. 
         
  Demek ki  zamanla  edindiğimiz verilere göre  göklerin  ve gök sistemlerin yapı ve  işleyişi hakkında bilgilerimizi yenilemek ve değiştirmek,  düzeltmek ve geliştirmek  zorundayız. Bu değişim  seyri bazan evrimsel bazan devrimsel bir nitelik arzeder. Ama her ikisi de birbirine tamamlayan gelişim ortaya koymaktadır. Ama her devrim, hem fenni hem dini olarak kainat tasvirimizde köklü değişikliklere yol açıyor. Bu değişim artık yüzyıllara değil bir insan ömrüne sığıyor.  Bu güne kadar kozmoğrafya üç devrim geçirmiştir:
 
 İlk kainat tasvirimiz; Aristo (ölçme ve sayma kullanmayan nitel tanımlamalı)  fiziğine dayalı Batlamyus’un  yer merkezli kainat telakkisidir.
 
 İkincisi Newton’un geliştirilmiş güneş merkezli kainat tasviridir. Yeni  kozmolojik keşif ve  ölçümlere dayanan bu kuramı  Newton aynı zamanda kendi buluşu olan matematik analizle genel çekim yasasını kanıtlamıştı. Newton fiziğine (değişen hızlı / değişmeyen zaman ve mekan kavramlı) bağlı bu düşünce,   Kant-Laplace   güneş merkezli kainat tasviri (kuramı) nın temeli oldu.
  
 Üçüncüsü Einstein’in (ışık hızı değişmezli / değişen zaman-mekanlı izafiyet fiziği) de  düşüncesi   merkezsiz Büyük Patlama (Big Bang) Kuramına yol açtı. Bu güne kadar Kozmoğrafya fiziği izledi, sanırım bundan sonrada beraber gidecekler daha sonrada fizik, kozmolojiyi izleyecek.. diye düşünüyorum. Bir ülkesinin bütçesine sağmayacak kadar masraflı parçacık hızlandırıcıları  atomu lime lime ederken “Hesap” ve “Kitab” evreni lif lif açıyorlar.. demişim bu yazıyı yazarken…  Keşke bu  açılımların gelecekte hangi yeni kuramları açacaklar bilmiyoruz.. deyeseymişim.. çünkü  yazıyı yazdıktan yirmi yıl sonra bu gün paralel evrenlerden, anti maddeden, karanlık maddeden.. karanlık enerjiden söz ediyoruz ve 14,7 milyar yaşında ve 100 milyar çapında  görünün evrenin görünmeyenin evrenin ancak yüzde dördü kadar olduğunu düşünüyoruz. 
 
 
  Evrene ilişkin  bilgimizin evriminde, bilgilerimizin  birikimi, araç gelişimi ve bilimlerin birbiriyle yardımlaşması esas zemindir. Bunu  astronomiye ilişkin nazariyelerimizin değişmesinde ve gelişmesinde açıkca görüyoruz. Astronominin evrimi ne  sadece göklerin gözleminde araçlarımızın  duyarlılığının  artması   ne de sadece  yerde edindiğimiz ve geliştirdiğimiz fizik bilimine ilişkin telakki, tasvir ve faraziyelerin doğrudan etkisi vardır. Bunlarla birlikte sadece fizik bilimlerin değil  matematik araçlarımızın geliştirilmesinin de  önemi vardır. Yer merkezli evren tasviri genel çekimin kanıtlanması, Newton’un keşfi olan matematik analizle sağlanmıştır. Merkezsiz evren betimlemesi ise ışık hızı ölçümüyle birlikte Einsten Matematikten, Lorentz dönüşümlerinden yararlanmış bulunmasıyla gerçekleştirilmiştir. 
 
 VE EN ÖNEMLİSİ, Kitabın bildirimlerinden ve aydınlığından yararlanılması gerçeğinin unutulmasıdır: Kitab”ın bize “gökleri ve yeri  incelemiyormsunuz ve düşünmüyormusunuz ? diyen  sürekli çağrı ve uyarılarını göz ardı ediyoruz. Bu gaflete rağmen, batıda  yer merkezli görüş dini hüviyete bürünerek yüzyıllardır istibdadını devam ettirmesine rağmen bizde yer ve güneş merkezli görüş ikisi birlikte fenni nazariye halinde kalmıştır. Hatta İbrahim Hakkı Hazretlerinin “Marifetname”sinde fenni kesinlik kazanmadığı dönemlerde bile Güneş merkezli kainat telakkisi,  asıl kabul edilmiştir. 
 
 Kaldı ki bu üç kainat tasviri birbirinden tamamen kopuk değildir, kademeli bir ilerleme sergiler. BİR yer merkezli (kapalı), İKİ  güneş merkezli (değişmez) ve ÜÇ  merkezsiz (görecel)  kainat olmak üzere üç telakki;  üç tarihi değişimi yansıtan, hepside alanlarında geçerli olan,  birbiri içinde üç ayrı dünyadır. Sokaktaki avam ilkini tanır ve her yerde geçerlidir, lisedeki  talabe ikincisini öğrenir ve yeryüzünde  geçerlidir, üniversitede astronomi bilimi tahsil eden üçüncüsünü öğrenir ve uzayda yürürlüktedir.
 
 Arabaları atların ya da motorların çektiği  engebeli ve sürtünmeli yeryüzünden , süredurumla gidilen ve çekimsiz boşlukta durulan uzaya çıktığımızda dünyamızda değişir. Ama ister yer yüzünün “altını” inceliyelim  ve ister gökyüzünün “üstünü” araştıralım değişmeyen iki husus var:
 
  Birincisi; dini açıdan insanın YARATILIŞIN ortasında bulunduğu gerçeğidir. Makro A  “kübbe”/kürre  ile  mikro  C  “cübbe”/zerre   arasında bir midi B  “habbe”/hücre  menzil olan bedenimizin evrenin “merkesinde” durmasıdır. İnsan, evrenin göz bebeğidir. (ARZ) (*) 
 
 İkincisi; fenni açıdan bilgilerimizin bir EVRİM  geçirdiği olgusudur. Hem bedinimizin “üstündeki”  MAKRO DÜNYA, hem bedenimizin “altındaki”  MİKRO  DÜNYA yani yıldızlara ve atomlara  ilişkin bilgilerimizin birbirlerini etkiliyerek değişmesi, yenilenmesi ve gelişmesidir. (SEMA)       
 
  İşte Kur’an-ı Azimüşşan insanların FKB (Fizik-Kimya-Bioloji)  ve özellikle astronomi bilimlerinin bu gelişmeli özünü nazara alarak fennin maddi konularında bağlayıcı bilgiler  vermemişken ne yazık ki bazı din adamlarının  evren hakkındaki kuram ve yorumları kitabi ve dini  gerçekler zannedilmiş ve üzülerek ifade edelim ki zamanla eskiyen ve geçerliliğini yitiren bu görüşler için din ve kitap suçlanmıştır.
 
      Bu YANLIŞA YENİDEN DÜŞMEMEK İÇİN, bu değişim ve gelişim  hakikatini  nazara alarak bu sunumda  verilen bilgi ve belgelerin, yapılan açıklama ve yorumların,  nihayet bizim çağımızın kainat tasvirleri (betimlemeleri) ve nazariyeleri (kuramları)  olduğu unutulmamalıdır. Hatta bu surumda esas alınan big bang kuramına ilişkin yeni itirazlardan sunumda bahsedilecektir. Keza bu sunumda anlatım, tasarım ve kurgulamaların, kişisel “bilgime” ve yorum  “kapasitesime” bağlı zihni bir model olduğu akıldan çıkartılmamalıdır. 
 
      Elbette anlatılanlarda gerçeğin doğru yanlarıyla birlikte kişilerin hata payları da olacaktır. İdeal olan kişisel  hata paylarının giderek azaltılmasıdır. Bu bağlamda  Kozmoğrafya alanında  geçmişin masa başı spekülasyonlarından  gözlem ve ölçüme bağlı kanunlara doğru gelişerek hurafelerden arınmakta olduğu da bir vakıadır. Simya da kimyaya, astrolojiden astronomiye geçişi hatırlama, bu olguyu örneklendirecektir. Zaten insanlığın misyonu,  fıtratın vazifesi ve yaratılışın amacıda bu dini “doğru”yu açma  ve fenni “gerçeği” genişletme  değil midir ? 
 
      Bu özetlemeden  sonra , 
 
 A) Şayet kozmolojinin son verileri olan; 
  
 1) Big bang 
 2) İçiçe anaforlara teorisini
 3) Parite doktrini
 4) Parelel evrenler kuramını;
  
 nazara alırsak
 
 B) Kur’an-ı Azimüşşan’ın  çağdaş yorumu olan Risale-i Nur Yedi gök hakkındaki açıklamalarına ve bu suna esas olan AyetelKübra Risalesinin  birinci mertebesine; 
 
 bağlı kalırsak,
 
       “ARZ”ı,   bedenimizin bulunduğu rasat ve gözetleme  “merkezi”,  “SEMA”yı da, bu merkeze göre  muhit ve gözeteleme  “sınırı”  (ya da alanı)  olarak  alabilir ve yorumlayabiliriz. 
 
 Buna göre bizim merkez noktamız (önce arzdı, sonra güneş oldu, sonra galaksi oldu, sonra mahalli galaksi kümemiz oldu, sonra... )  daima yenileşecek ve değişecektir. Çünkü  çevre sınırımızda  sürekli değişmekte   ve genişlemektedir. Başka bir ifade ile bilgimizin evrimi ile  her  bir “sema” (muhıt) , bir üst semaya nisbeten “arz” (merkez)  haline gelmektedir. Bu arz ve sema tanımlamalarımızın değişmesine  merkez ve muhit koordinatlarımızın yenilenmesine rağmen  rağmen, üçü altta – dördü üstte yada yedisi altta – yedisi üstte, “KESRET” (ÇOKLUĞU)  ifade eden “yedili sistem”,  ister fenni bilgimizin tespitti gibi “izafi” bulunsun, ister dinin inancımızın belirttiği gibi “mutlak” olsun,  korunmaktadır. Başka bir ifadeyle,  gökler hakkında bu yenilenen ve  gelişen bilgilerimize  karşılık “seb’a semavat” (tıkla)  yani “yedi gök” ya da “kesretli  sema” sürekli gerçeğine  olan  inancımız (tıkla) değişmeyecektir.
 
 Rasat (gözlem)  merkezinin DEĞİŞMESİNİ, NESNE değişmesi, KİMSE  değişmesi yada nesne ve kimse ilişkisinin adı olan BİLGİ  değişmesi olarak  üç anlamda aldığımızı belirterek  Ancak DEĞİŞMEZ konusunda “şimdi”  şunları söyleyebilirim:
 
 Şimdi biz  evreni,  patlayan bir tohumdan bugünün boyutuna ulaşan kocaman bir  DAİRE ya  da HÜVE olarak düşünebiliriz.  Bu daire yine bir  nevi nüveler ve hüveler olan zerreler ve kürelerden oluşmuştur. 
 Zerreler ise zaman ve mekan kadrosunda ortaya çıkan “kütlesi” ve “hareketi” olan      ÇİFT YAPILI minik varlıklardır. 
 Kürreler ise, birbiri içinde   DÖRT mütedahil daire (odalar ve obalar halinde) oluştururlar. Bu daireler genel zaman ve mekan kadrosunu paylaşan birbiri içinde  “organ-sistem-ortam” hiyerarşisi içinde kademelenme gösteririr. Çünkü bu çift yaratılış (parite) en genel evren yapılanma yasadır. Çünkü evrende Hüve lafzı gibi “O”nu göstergeler..
 
 
 
 Bu sunumda,  dünyanın atmosferi hariç olmak üzere onun üstündeki üç uzayı tanıtmaya çalıştık. 
 
 Kürreler sisteminde  bir alt küre bir üst kürenin içeriğini, bir alt öğe bir üst kümenin elemanını ve bir alt sistem bir üst ortamın organını oluştururlar.  Mesala arz, bir gezegen olarak diğer gezegenlerle güneş (yıldız) sisteminin içeriğini oluşturur. Güneşle birlikte yüz milyar yıldız,  samanyolu (galaksi) sisteminin elemanları haline gelirler. Bizim galaksimizle birlikte yüz milyar galakside dördüncü küre olan kainatın alt sistemleri halinde birbirine bağlanmıştır.
 
 Bu gün için  hem hacimleri ve koşulları yektdiğerine muhalif  hem öğeleri ve elemanları birbirinden farklı  birbiri içinde dört uzay gözlenmektedir. Birincisi, arzın, ATMOSFER boşluğu yani cevv-i sema. İkincisi güneş(yıldız)  sisteminin GEZEGENLERARASI uzayı yani sema-ed-dünya. Üçüncüsü,  galaksi (gökada) sisteminin YILDIZLARARASI uzayı. Dördüncüsü, galaksilerin oluşturduğu kümeler, bu kümelerin oluşturduğu ÜSTBOŞLUKLAR. (Semavattıan ötesinin KÜRSÜ olduğu ünlü Bakara 255’inci ayette bildirilim ve bunu da vesia (kuşatan) eden ARŞ’a işaret edilir. Bu konuda Hasn AYBERG’i Arz’dan Arş’a  seri eserini ve Taşkın TUNA’nın “Ol dedi Oldu” iki ciltlik muhteşem yapıtını okumanızı öneririm) 
 
       Küreler’e  “hüveler” demiştik. Çünkü;  kürreler, çifter kübbeleri, onlar çifter zerreleri, onlar çifter cübbeleri oluşturmaktadır. Bu cübbeler ve kubbeler arasında zerreler vardır ki bunlarda atomlar ve bunlarla yapılan nüveler ve bunlarla yapılan HÜCRE’ler var.. Hücrelere yüklenen “ene”lere geçtiğimizde artık evren ilimlerinden insan ilimlerine geçeriz.. enelerden oluşan zümreler kimi dini kimi fenni tutarak insanın kendini ve evreni anlamasına ve açıklamasına yardım etmektedirler.
 
 Siz hangi tarafta olursanız olun acizane bir tavsiyem var.. karşı tarafa da  dinlemeyi öğrenin ve ondan yararlanmaya alışın.. ben yaptım çok yararlı oluyor.. Kaybınız olmaz kesinlikle.. zaten çok değerli olan inancınızı, ister teist ister ateist, kolay kolay vermezsiniz. O zaten sizin hayatınızın temeli.. Ama gerçekten FAZLADAN ve FAZLINDAN  bir kapı açılırsa az bir kazanç değil bu..  
 
      Şimdi gördük ki bütün bu yaratılanlar; “Ve halaknaküm ezvaca”  yani “ve biz her şeyi çift yarattık” buyruğuna uyuyor, ama ben ya da ben hala “uyuyor”  olabiliriz, şu dile bak..  sanki bizimle alay ediyor (*)  bilimsel ve evrensel  bir tespit olan parite (çift yaratılış) yasası bilgisiyle uygunluk içinde ve bizim uyumumuz da buna bağlı.. 
 
      Paritenin (zevc: zıdd ve nidd); her görünen evrenin görünmeyen çifti, her maddenin antisi, her boyutun gizlisi, her yaratılanın paritesi,  var demektir. Partner aramadan neden duramadıklarını belki şimdi anladın..
 
      Şimdi paritenin  (ezvac-ezdad) kozmolojik  ve ontolojik  anlamından eksiztansiyel  ve epistemik anlamına geçersek;
 
       Bilginin çoğalttığı  her nesnenin yada tersine nesnelerin çoğalttığı her bilginin,
 
       Latince  ve  Arapça iki gözlü “H” harfi  gibi çift ve karşıt  gözü gibi (her nesnenin yapı ve işlevi) yada  (her  bilginin ilke ve  verisi) bulunur.  
  
 O halde dünyamızın çiftini aramak gerekecektir. Vahdeti karşısındaki  kesrete yönelenlerden, evrende “yer küre” nin simetrisini arayan çıkabilir veya  “arz”ın paralelini  bulmak isteyen olabilir. Hatta Kur’an-ı Azmişşan,  yedi arzdan bahsediyor kapalı olarak, yani dünya dışı yedi uygarlıktan. Fakat  bizce, en değerli  tenazur (bakışımlılık) ve en önemli muvazi (koşutluk), Hem, bizi de barındıran bu fâni “dünya” güzelinin,   “uhra”  yansımasının  ve “amel” tohumunun,  bâki ukbadaki açılmasıdır. 
 
 Hem kesretin, (tıkla)  ebter tuzağından, heva ve hevesten ari hak ve hakikati görmek göstermek suretiyle,  kurtularak kevser denizinde  vahdeti bulmasıdır.   
 
 Ne mutlu nefsini tutana,
 Ne kutlu enesini dizginleyene
 Ne mutlu ısrafa karşı koyana
 Ne kutlu  zulme baş kaldırana
 Ne mutlu insanı  yükseltene
 Ne kutlu islami yüceltene
 Ne mutlu ve ne kutlu, 
 Türklüğünü ve Kürtlüğünü
 Rasulullaha ve Kitabullaha verene
 Ne hoş ne hoşnud
 Hoşgörüsünü ve öngörüsünü
 Koruyan ve kurtarana...
 Ve Rabb’a abd olana
 Ki onlar bu gün ABD’e  abdal  olmazlar.
 
 Böyle bir Abdullah’a  bir değil bin  dünya verilse  az geliyor... O kadar ki cennetlerin ötesine Rıza-yı Bari veriliyor..
 
 
 23.11.2020 Üçyol-İZMİR 15:17
 
 Osman ZİYAOĞLU
 
 
 
 
 
 
 
 DİP NOTLAR 
 
 (*) Slaytımızıda evrenin göz bebeklerini izleyin bunu göreceksiniz.. gözlerinize inanmazsanız bende hoca gibi inanmazsan ölç diyeceğim. Malum hoca sormuşlar dünyanın merkezi neresidir ? O da demiş merkebimiz bastığı yerdir, diyerek Einstein’in merkezsiz görecel evren telakkisini o zamandan beri savunmuştur. Çünkü bu gün biliyoruz ki Big Bang kuramına göre  her “yer” evrenin merkezidir. Burası oradan dünyaya baktığımız odaktır. Odağı özek haline getirmekte her kişinin kendi sorunudur. 
 
 (**) Felsefe ekibinde Osmanziya adıyla yazdığım yazılardan anlaşılacağı üzere, yöntebilimsel yaklaşımım fen (bilim)  ve din (hukuk) ilişkileri genelinde ve bilginin yapı ve işleyiş olgu ve ilkelerini nazara almaktır. Özelinde Yöntembilimim  “katı” bilimsel kuram ve “kesin” dini yorum, kabul etmez. BİLİM ve HUKUK  ilişkileri  bundan daha genel olan dil ve din ilişkileri çerçevesinde gerçekleştirilir. DİN ise haz ve ödev ahlakının üstünde olan  Mekarim-i AHLAKTIR. 
 
 Tüm bu ilişkilerde de iki DEĞİŞMEZ var: Birincisi katı yöntem ve ikincisi kesin inanç. Aklımızın zorunlu yasaları ve bedenimizin olası verileri  bizi hem böyle hem de şöyle bakmaya zorlar.  Düzenli bir evreni ileri süren ve kanıtlayan insanlar kadar rast gele  bir evreni düşünen ve belgeleyen kişilerde bulunacaktır. Her iki yanı birlikte gören ve gösterenlerde.  Keza inanç yönünden aklı aşan kalb ve ruh gibi cihazları kullanan ya da  gözlemin ve mantığın üstünde bulunan kaynaktan bilgilenen  yada bilgilendiğini ileri süren insanların din ve öğretileriyle konuşanlar olduğu gibi sınırlı veriler dışındaki  bilgilere inanmayan ya da  sınırlı verileri saltlaştıran ve bilimi dinleştiren mantık-sız insanların inanç ve metafiziği  de bulunacaktır, her zaman. Her ne kadar metafiziklerine lojiğe dayandırlarsalarda.   Bütün bu olasılıkları nazara aldığımızda yöntembilimsel yaklaşımın  anlamı şu oluyor:
 
 Kesin içerikli  ve  donmuş bir “bilgi” olası değildir  ve katı ve değişmez durmuş bir “gerçek” yoktur. (Bu tümceyi  düzeltemiyorum, sağlam bilginin hem gerçek hem doğru olması gereğini ortaya çıkardığım Yöntemimin bundan sonra ortaya çıktğı belli olsun diye) 
 
 Bu şu demekte değildir: kullanılacak içerikli belirli bir bilgi olamaz ve sonsuza dek  dayanılabilen ve varsayılan bir gerçek yoktur. “tırnakları” sökülmüş bir bilgi ve gerçek vardır. Çünkü  bu bilgi yenilenir ve gerçek değişir.. birbirini geliştirir.    Ama tırnak işareti içine alınan  bir SALT “bilgi” ve SALT “gerçek” peşine düştüğüm zaman yöntembilimsel yaklaşıma başvurmak zorunda kalıyorum. (Nitekim zorunluluk yayımlanan  YBA çalışma açıklığa kavuştu)
 
 Bu günkü  verileri, buluşları,  bilgileri ve onların  tarihsel süreçlerini nazara aldığımda; birbirini içine alan ve en yenisi, kuramların  en özeli  ya da en geneli kalan Aristo, Newton ve Enistein “fizikler”ine dayalı “Astronomiler” görüyor ve biliyorum. Bir tarafatan da insanın istidatlarının genişliğinin  KİTABIN okyanusuna sığabileceğine inanıyor ve yaşıyorum. Böyle  bilgi ve gerçek ol.an.ak.ları hususunda  insan ve evrenin var.ol.uş’u  konusunda hem önümüzde uzun evrimli bir yolun bulunduğunu hem burnumuzun dibinde çok kısa devrimli bir yüzün bulunduğunu da  gösteriyor. İsteyen dilediği bulur  ve istediğiyle gider! Allah azze ve celle bizim ve sizin akıbetinizi ve ahiretimizi güzel ve iyi etsin. Amin.    
 
      “     
 
          | 
         
        
        
       
      
     |