Tezekkür dahi ikiye ayrılır.
Zikr-i Cehri.. tabiat tagutunu öldürür.
Zihr-i Hafi.. nefis tagutunu yakar.
Tefekkürün “nazar”ı olan MANA da ikiye ayrılır
Mana-yı ismi ve Mana-yı harfi
Mana-yı ismî
nesnenin ve kimsenin kendisine bakır, doğrudan bilgi verir.
Mana-yı harfî
Eşya ve eşhasın işaret ve delaletine bakar, dolaylı bilgi verir.
Tezekkürün “niyet’i olan GAYE de ikiye ayrılır
Ücret gayesi ve Hizmet gayesi
Ucret, kavanin-i şerait ile ortaya çıkan işlev ve ödünlerdir
Hizmet, kavaid-i şeriat ile ortaya çıkan, görev ve ödevlerdir.
Bütün bunlar sözün taşıdığı bilginin ve buyruğun sağlam ve sağlıklı olması gereği ile yapılan çabalar ile ortaya çıkarılmıştır. Salih akıl ve sahih nakil primerdir.. bunlara eklenen selim kalb ve salim lisan sekonderdir. YBA ile bu terimlerin hepsi tanımlanmıştır. Sonuçta aklın kalbi ile lisanın nakli arasında oluşan bilim ve hukuk uygarlığımızı insanlık düzeyini yükseltecek etkinlikleri oluşturmakta ve bu faaliyetler san’at ahlaki ve HİKMET usulü ile desteklenmektedir.
Kökümüz vehim ve hayaldir.. bu fikir ve zikir ile.. mana ve lafız ile.. maan ve beyan ile İLİM ve İRADE’mizi inşa eder. İlim ve irade ile Yaratan’ın kudretini ve rahmetini daha güzel görür İzzet-i İktisadını ve Hikmet-i Adaletini daha iyi anlarız.
Yaratan ve yaratılanlar arasında yetmiş bin perde vardır ve fakat TEOLOGLAR bunu altı katmana indirgemişlerdi.
Âsar.. ef'al.. esma.. sıfat.. şe'n.. zat.. işte bu 6 katman bir DİL anlatımıdır.. bu yüzden dilini bilmeyen dinini bilmez. Kitab ise dilimize.. düsünmemize.. indirilmiş bir hitabdır. Bu indirme ve nuzulu unutmadan şu dört KALEMİ anlamlandırmak gerekiyor; kainat.. insan.. kitab.. rasul.. kendi benimizde kilitli bu kalemlerin ortak kapisı KELAM'a da dikkat gerekiyor. İşaretin söz dizimsel ve delaletin anlam bilimsel yanlış ve yalanlarindan başka lisanın ötesindeki İNSAN'ın kelamına ve kelimesine aykılı ve dikkatli olması gerekiyor. Adetullah.. sünnetullah sözcüğüde bunlardan birisidir. Salt Tanrı kainat ile koşullandırılmamalı.. insan kurallandırilmamalı.. kitab ile sınırlandırilmamalı.. rasul ile kısıtlandirilmamalı.. konuşulacak yerde susulmamalı.. susulacak yerde konuşmamalı.. seslenme söyleme ve dinleme kadar düşunme ve susmayi dahi gerektirir. Fıkhı Ekbere ve İslam Felsefesine KELAM denilmesinin bir hikmeti de bu olsa gerektir. İnsanin Esma olması MİSALİ kainatın Hüsna bulunmasi MECAZÎ.. Kitaplar VASITA.. Rasuller VESİLE.. kendi benimiz de bir imkanin vetiresidir. Hâzâ min fazlı rabbî.
“Tefekkür şecere-i tuba gibi tezekkür ise firdevs-i a'ladır”.. derdi Rahmetli Ali UÇAR ağabey.. Yaratan'ın Esma-i Hüsnasını zikir.. eşyanın enfüsünü ve afakını tefekkürden faklıdır.. varlıkları ve olayları.. varlıları ve yoklukları.. nesneleri ve kimseleri.. yapı ve işlevleri yani dünyayı ve ahireti mana-yı ismiyle düşünmekten başka bir de Allah Azze ve Celle'yi mana-yı harfiyle düşünmek söz konudur. Bu birbirinden faklı bu iki alanı düşünmek konusunda insanlar teizm.. panteizm.. pananteizm.. çekişmesi yapıyor.. islamda vahdet-i vucud ve vahdet-i şühud tartışmaları.. gibi..bu konuda en salim yol İmam-ı Nursî'nin açtığı çığır olduğunu düşünüyorum.
İmamı Nursî RNK da açmış olduğu daire-i imkan ve daire-i vucud ayırımları.. sebebler dairesi ve itikad dairesi açılımları.. “İzzet ve Azamet isterki esbab perdedarı desti kudret olan aklın nazarında.. tevhid ve Celal ister ki esbab ellerini çeksinler tesiri hakikiden” sözleri gösteriyor ki o da Kant'a görülen fenomen (ŞUHUD) ve numen (GAYB) ayırımı yapıyor. Zaten İmami Gazali'nin akıl ve kalb gözü ayırımı Pascal vasıtasıyla Kant’a geçtiğini Ord. Prog. Hilmi Ziya ÜLKEN söylüyor. Akıl gözünü mana-yı ismi.. kalb gözünü mana-yı harfi.. olarak tanımlayan İmamı Nursi.. zihnin özdeşlik ve özgürlükten kurulu.. nedensellik ve amaçsallık işleyen dual bilim ve hukuk yoluna imkan veriyor ve İSLAM DÜNYASINDA bin senedir durdurulan düşünceyi işletiyor ve üç yüz yıldır donduralan bilim ve hukuk yolunu çalıştırıyor. Ancak elbette bu bir potansiyeldir.. zamanla kinetik hale gelerek islam dünyasının statiğini dinamik hale getirecektir.. İnşaallah.
Bütün bunlar İNSAN denen var oluşun muazzam gözlerine işaret ediyor.. aklın üstündeki akılları hatıra getiriyor. Ancak şu da belli oluyor ki bizim müşterek aklımız gibi bir de ortak kalbimiz var.. işte bu ortak dilimiz ve ortak dinimiz ile BİLİM’i evrensel hale getirdiğimiz gibi HUKUK’u üniversal hale getirebiliriz. Zaten çağın koşulları bizi bu ortak zemine gitmeye çağırıyor.
|