Muhsin BİLGEN
Nereden Yazdırıldığı: YöntemBilim Forumu
Kategori: Genel
Forum Adı: Dünya
Forum Tanımlaması: Genel Paylaşımlarınız
URL: http://www.yontembilim.com/forum/forum_posts.asp?TID=2861
Tarih: 13-Eylül-2025 Saat 17:21 Program Versiyonu: Web Wiz Forums 8.03 - http://www.webwizforums.com
Konu: Muhsin BİLGEN
Mesajı Yazan: osmanziya
Konu: Muhsin BİLGEN
Mesaj Tarihi: 04-Eylül-2025 Saat 01:59
AYDINLANMA YOLCULARI'nin gayretli ve fedakar yöneticisi Mustafa BİLGEN Hoca'mızın bir alıntısı:
EVRENİN EN ÇILGIN GERÇEKLERİ:
Evren… düşünmek bile aklımızı zorlayan bir yer. Sadece büyüklüğü değil, işleyişi, tuhaflığı ve bilinmezliğiyle insanı hem küçültür hem de büyütür. Yaklaşık 93 milyar ışık yılı çapında olduğu tahmin edilen evrende milyarlarca galaksi, her galakside milyarlarca yıldız ve gezegen vardır. İnsan aklı bunu kavrayamaz; ama biz, yıldız patlamalarından gelen elementlerden oluşmuş bir varlık olarak bu sonsuzlukta yer alıyoruz. Kelimenin tam anlamıyla yıldız tozuyuz.
Zaman ve mekân da evrende bildiğimiz gibi değildir. Kara deliklerin yakınında zaman yavaşlar; nötron yıldızlarının etrafında saniyeler bizim yıllarımız gibi geçebilir. Uzay-zaman, devasa yıldız patlamaları, kuasarlar ve galaksilerin dansı ile sürekli bükülür. Bir kuasar, kendi galaksisinden kat kat daha fazla ışık yayabilir ve milyarlarca ışık yılı uzaklıktan parlayan bir fener gibi görünür. Nötron yıldızları ise o kadar yoğundur ki bir çay kaşığı bile milyarlarca ton gelir. Kara delikler ışığı yutar ve birleşmeleri sırasında uzay-zamanda dalgalar yaratır.
Ama evrenin en çılgın kısmı görünmez olanıdır. Bildiğimiz madde sadece %5’ini oluşturur. Kalan %95, karanlık madde ve karanlık enerjidir. Karanlık enerji, evrenin genişlemesini hızlandırırken, karanlık madde galaksileri bir arada tutar. Bu görünmez güçler, evrenin kaderini belirler ve hâlâ büyük bir gizemdir. Biz sadece ışığın bize ulaşabildiği kısmını görebiliriz; ötesi sonsuz bir bilinmezliktir.
Bazı galakseler bizden öyle hızlı uzaklaşıyor ki, ışıkları bir gün asla gözlemlenemeyecek. Belki de evrenin büyük kısmı bizim için sonsuza dek erişilemezdir.
Evrenin geometrisi de akıl almazdır. Düz mü, kavisli mi yoksa kendi içine kıvrılmış mı? Bunu tam olarak bilmiyoruz. Bazı teoriler evrenin bir balon gibi kıvrılarak kendi içine döndüğünü öne sürer. Eğer bu doğruysa, evrenin “sonu” ve “başlangıcı” bizim algımızın ötesindedir. Evren sonsuz olabilir ya da kendi sınırları içinde bir döngü oluşturuyor olabilir; hangi durumda olursa olsun, insan zihni bunu tam olarak kavrayamaz.
Ve her şey sadece tuhaf değil, aynı zamanda yaşamın ve bizim varlığımızın temelini oluşturuyor. Süpernova patlamaları, yıldızları öldürürken ağır elementleri evrene saçar ve bu elementler gezegenlerin ve canlıların oluşmasına olanak tanır. Biz, bu kozmik döngünün bir ürünüyüz; hem küçüğüz hem de özel.
Evrenin bu çılgınlığı, bilimsel bir gerçeklik kadar felsefi bir ilham kaynağıdır. Küçük bir gezegenin üzerinde, yıldız tozundan yaratılmış bir canlı olarak evrenin sırlarını düşünmek, hem insanın küçüklüğünü hem de benzersizliğini hissettirir. Evrenin bilinmezliği, merakımızı ve keşfetme arzumuzu sürekli tetikler. Zamanın göreceliliği, görünmez güçlerin varlığı, sonsuzluk ve geometrinin tuhaflığı… Bunlar sadece astronomik fenomenler değil; insan zihnini açan, hayal gücünü zorlayan ve varoluşumuzu sorgulatan kapılardır.
Sonuçta, evren bir bilim kurgu romanından fırlamış gibi görünse de, her parçası gerçektir. Kuasarlar, kara delikler, nötron yıldızları, karanlık madde ve enerji… Hepsi bir araya gelerek hem fiziksel hem de zihinsel olarak insanı büyüleyen bir mucize yaratır. Ve biz, bu sonsuzlukta bir yıldız tozu varlığı olarak hem küçük hem de muazzam bir öneme sahibiz.
Evreni anlamaya çalışmak, aklımızı genişletirken ruhumuzu da besleyen bir yolculuktur.
Alıntı
Topluca ve halkın anlayacağı şekilde çok güzelce ifade edilmiş.. keşke “alıntı” yerine bir imza olsaydı da yazanı bilseydik.
Evren hakkında 1985’lede bir çalışma yapmıştım.. 1995 de güneş sistemi dışında öte gezegenler saptanmaya başladı.. çalışmamda gezegenler arası uzay yani güneş sistemini.. yıldızlar arası uzay yani samanyolu galaksimizi.. galaksiler arası uzay yani evrenimizi anlatırken temel astronomi bilgilerini de yazmıştım. Power Point ile yapılmış ve dokuz bölüm taşıyan bu 200 DVD’yi aydınlara dağıtmıştım.. fakat bir tek geri dönüş olmamıştı.. oysa Prof.Ethem DERMAN ve Taşkın TUNA çalışmamı beğenmişti.
Richard Feynman’ın ünlü Fizik Yasaları Üzerine kitabı yıldız tozlarının nasıl oluştuğunu anlatır.. bizim GÜNEŞİMİZ birinci kuşak yıldızımızın gaz ve tozları üzerine kurulmuş ikinci kuşak bir YILDIZDIR.
Bizim evren ve onun küçüğü insan bedeni hakkında bilgimiz sürekli değişir ve gelişirken İNSAN ve KUR’AN hakkında bilgimiz buna paralel olarak genişlemiyor.
Neden ?
Bu insanın kendini merak etmediğinden.. merak etmediğinden dolayı kendini bilmediğinden.. insan hakkında oluşturulan bilgilerin insana kullanmaya yönelik ve ondan çıkar ve yarar almaya dönük olduğundandır.
İnsan hakkında face tarihi boyunca yazdığım halde.. yukarıdaki gereğe riayet etmediğimden.. olabilir. Fakat asıl neden.. bilgi ve sevgi ile sürekli meşgul olan ilgisinin körelmesi ve alakasının dumura uğramasıdır. Oysa bütün bilgi, saygı ve sevgi ancak İLGİ ile ortaya çıkar. Kısaca bir sınav ve yarış gereği insan kendini yeteri ve gereği kadar MERAK ve MERAM etmiyor.. etse bile bu elde edilen IŞK ve BİLGİ.. aşk ve sevgi ile insanı kuşatıveriyor. Daha derinde olan İLGİLERE perde ve örtü ve örgü oluyor.
İslam ÂLEMİN ilk dört yüz yıldan sonra bilimin ve hukukun diriliğine ve canlılığını yitirerek ortaya ölü bir DÜNYA çıktığı konusunda genel bir kabul bulunuyor. Zaten dinlerin ahkam ve hukukun üç yüz yıl çıkış üç yüz yıl iniş olmak üzere altı yüz yıllık bir ömrü bulunur. Bundan sonra yeni bir din gelir. En son semavi ve ilahi din olan İSLAM’ın bundan önceki kitabi ve nebevi dinleri tamamladığı ve böyle iki bin yıl içinde biten küresel kültürün yeni bir kültür başlatacağı da.. eğer kıyamet kopmaz ya da uygarlık kendi kendini imha etmezse.. aklın önüne açılan bir olanaktır.
Biz düşen kendi ilgimizi dumura uğratmadan dengeli bir bilgi ve sevgi ile dini yaşamımızı ilgi ile diri ve canlı tutmaya çalışmaktır.
Saygılarımla
Osmanziya04.09.2025 üçyol izmir01:58
|
Cevaplar:
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 06-Eylül-2025 Saat 02:43
Şüphe yani şübhe daha başında itibaren PUŞT oluyor.. baba ve oğul BUSH'un yaptıklarından sonra BUŞ ile ŞÜB birbirinin tersi de yazılsa anlamca ortak bir durumu anlatıyor.. bu işin içinde bir puştluk bulunuyor dediğinizde ŞÜBHE başlamıyor SÜPHE başlıyor.
Şimdi daha önce yazdıklarıma yanıt vermeyen zevata yazmaya değmez deyip yazmaya erinince başka hatırı sayılırlar zatlar için söylemeliyim dedim.
Belki burada da bir kaç yineledim. Külli alana ilişkin imanı şüphesiz.. cüz'i alan ilişkin isbatın kat'isi olmaz. Yani sanılanın ve söylenin AKSİNE.. inanç kuşkusuz ve bilgi kesin olmaz. Çünkü en kesin sanılan bilgilerin bile yanlışı çıkıyor Popper bunu bilim doğrulam yanlışlar diye ilan etmiş. Örneğin kainat tasvirimiz yer merkezliden güneş merkezliye oradan merkezsiz fakat başvurulu Röletivite geçmiş.. yani değişmiş ve gelişmiş.. şüphe etmeseydik değiştiremez ve geliştiremezdin.
Diğer taraftan dini önce mitolojinin hayallerine ve dinin sonrası hukuk davalarına dikkatli bir nazar edersek kuşku ve şüphenin ne kadar değerli bir araç olduğunu anlarız.
Bu anladığımızda onu bir ŞBH makenizması olarak kurabiliriz hatta görebilirsiniz.
Dinin tefrit ve ifratının TEŞBİH ve ŞÜHE olduğunu sayfalarımda kaç kez.. yazdım ve tablolarımda sağda TEŞBİHİ solda ŞÜPHE'i göstergeledim.. din FITRATA bu tefrit ve ifrattan kurtarmak için indirilmiştir. Ancak hattı vasatın İSTİKMETİNİ korumak dahi olay değildir.
ŞBH nin altında MÜTEŞABİHAT (muhkem ve müteşabih ortasında anlarca edebiyat san’atları halinde) ve ŞBH üstünde TEŞEBBÜH (teşebbüh-i billah ve biahlakillah) bulunur.
Böylece bütün bunlar da bizi ŞBH'nin ilk harfini S'ye getirerek TESBİHATA ve BH'sini ters çevirerek MUHABBETE götürür.
Saygılarımla
Osmanziya
yontembilim.com
Şüphe Ve Tatmin
Şüphe nereden gelir? Ne sakin ruhta, ne de dünyayla barışık zihinde ortaya çıkar; çünkü insanlar tatmin oldukları sürece şüpheci değildirler. Tatmin, sorgulama dürtüsünü yatıştırır; görünüşlerin yüzeysel berraklıklarında dinlenmesini sağlar.
Şüphe ise, aksine, tatminsizlikten doğar. En ufak bir titremede, anlatılan hikâyenin yetersiz olduğunun, açıklamanın bocaladığının, bir jestin tam olarak ikna edici olmadığının, resmi açıklamanın altında görmezden gelinemeyecek kadar yüksek bir sessizlik yattığının ilk işaretinde başlar. O anda, zihin uğuldamaya ve çalkalanmaya başlar. Durmaz. Görünüşleri kemirir, endişelenir, sanki yüzeyin varlığı, derinliği araştırmak için bir davetmiş gibi.
Şüphe, insan aklının uyumsuzluk, kırılma veya hayal kırıklığına karşı temel bir tepkisi olarak ortaya çıkar. Hissedileni söylenenle, görüleni iddia edilenle uzlaştırma çabasıdır, çoğu zaman çaresizce.
Bu anlamda şüphe, ruhun verili olanın uyumuna artık güvenmediğinde ortaya çıkan bir ruh hali, bir yatkınlıktır. Ve bir kez yerleştikten sonra, şüphe nadiren diner; gizli gerçeği açığa çıkaracak nesneyi veya figürü sonsuza dek arayan bir açlığa dönüşür. Başka bir deyişle, yaşanan hayal kırıklığı ile resmi anlatı arasındaki kronik uyumsuzluğa aklın verdiği bir tepkidir.
Şüphe her hareketi durdurur, her güveni yasaklar, her yöntemi aşındırır; ama aynı zamanda da zorlar, zihni huzursuz döngülere sürükler, her kesinliği bir soruya, her açıklamayı bir bilmeceye dönüştürür. Durur ve hemen hızlanır: bir inanç felci, ama bitmek bilmeyen bir düşünce emeği.
Şüphe, kinin gizli suçlu ellerini açığa çıkarıyor.
Şüphenin şüphecilik olmadığını unutmamak önemlidir. Şüphecilik mütevazıdır, kanıtlar bulunana kadar onayını esirger. Şüphe ise daha ateşlidir: Her yüzeyin ardında gizli bir tasarım yattığını, anlamın her zaman başka bir yerde olduğunu, gerçeğin bir maske taktığını ve kisvesinden sıyrılması gerektiğini varsayar. Nitekim, yüzey ve derinlik arasındaki ayrımın kendisi bile şüphenin icadıdır.
Şüphe aslında bir Alman icadıdır.
Marx, Nietzsche ve Freud işte bu topraklardan çıkmıştır; her biri bize kendi tarzında, görünür olanı maske, olayı bir kayma, tezahür edeni salt bir şifre, sözcüğü başka bir gizli düzenin işareti olarak okumayı öğretmiştir. Ve onlardan da, şüpheyi modern entelektüel yaşamın dilbilgisine hiç bitmeyen eleştiriler ve soykütükler halinde işleyen birçok mirasçı türemiştir.
Şüphe genellemelerle yetinmez; somutlaşmayı, görünmez mantığı yoğunlaştıran görünür bir amblemi arzular. Marx için, burjuvazi ve onun para ve değişim dünyasıydı; sermayenin gizli mekaniğini somutlaştıran ve tahakkümünü elle tutulur kılan toplumsal aktördü. Freud için, bastırılmış arzunun rüyada çarpıtılan patlaması, nevroz, dil sürçmesiydi; bilinçdışının hakikatine ihanet ettiği işaretlerdi. Nietzsche içinse hınçtı; bir kez maskesi düştüğünde zayıfın intikam arzusunu ortaya çıkaran, görünüşte asil bir ahlaki iddiaydı.
Şüphe maskesini düşürür, efsane büyüler; şüphe aşındırır, efsane bağlar; şüphe reddeder, efsane onaylar. Yine de düşmandan ziyade gizli yoldaşlardır. Çünkü şüphe bir kez uyandığında boşlukta kalamaz. Çözülmeyle duramaz. Kendi haline bırakıldığında, sonsuza dek tükenir, yalnızca parçalar, yıkıntılar, küller bırakır. Fakat insan zihni yıkıma uzun süre dayanamaz. Biçime, imgeye ve hikâyeye ihtiyaç duyar. Dolayısıyla şüphe, görünüşleri yırtıp attıktan sonra, onun yerine gerçeğin yeni bir imgesini yaratmalıdır. Olumsuzluktan efsane doğar.
Bu anlamda mit, şüphenin çocuğudur ve şüphenin içinde dinlenebilir. Şüphenin kendini sabitleme, dağınık içgörülerini bir bütün halinde toplama ve ortaya çıkardığına inandığı gizli mantığı anlaşılır kılma yoludur. Şüphe kemirir; mit anlatır. Şüphe izole eder; mit bütünleştirir. Şüphe, "Kim suçlu?" diye sorar ve mit, adı, figürü ve hikâyeyi sağlar. Neredeyse her mit, şüphenin taşlaşmış kalıntısıdır denebilir.
Ya insan yalnızca ekonomiden, kişisel davranışlardan veya başkalarının gizli amaçlarından değil, tüm mitlerden şüphelenmeye başlarsa? Ya şüphe aynı anda hem içe hem de dışa yönelirse – kişinin kendi koşullarına, arzularına, düşüncelerine, fırsatlarına, durumuna, hayatına yönelirse? Ya insan şu ya da bu açıklamadan değil, tüm varoluştan tatminsizleşirse?
Tanrı korusun, önemsiz bir öz nefret damarından değil, daha derin, kemiren bir histen, bir şeylerin korkunç bir şekilde ters gittiğinden – bilinmeyen bir noktada bir kırılma meydana geldiğinden ve varoluşun dokusunun yırtıldığından – kaynaklanır. İnsan, bize kadar gelen hayatın hasarlı, deforme olmuş, temellerinden kopmuş olduğunu ve böyle olmaması gerektiğini hisseder. Bizden bir şey alındı. Ama ne ve kim tarafından?
Bu tür radikal şüphe, radikal bir tatminsizlikten, cevap arayışından daha derinlere inen bir hoşnutsuzluktan doğar. Kemiren bir bilme arzusundan çok, ruhtaki bir yaraya benzer. Sanki kozmosun kendisi içimizden haykırıyor, temel bir şeyin eksik olduğunu, içinde yaşadığımız şeyin olması gereken şey olmadığını ısrarla vurguluyor. Fakat sonra belirleyici soru ortaya çıkıyor: Şüphenin nesnesi haline gelen nedir? Hangi yüzeye nüfuz edilmeli, hangi gizli gerçeklik açığa çıkarılmalı? Yanlışlık nereye yerleşti - doğada, insanda, düşüncede veya belki de zamanın kendisinde? Kusur yalnızca belirli kurumlarda veya fikirlerde değil, tam da içinde yaşadığımız çağda mı yatıyor - modernitenin kendisinde korkunç bir şekilde yanlış giden bir şeyler mi var?" 2025 Hüseyin Mansur Washington, DC.
Bu yanlışlığın en temelinde II. Dünya savaşı sonunda Yahudiye atfedilen bütün değerlerin geçici bir yanılsamaya yol açması vardı.
Bu yanılsama, Siyonistlerin amaçlarıyla insanlığın en temel değerlerinin çatışmasına varıp dayandı. Devletler aciz ve çaresiz. Yahudi İmgesine verilen ürkütücü o bakış nedeniyle.
Ya çağ hastaysa ve hayatlarımız onun semptomlarından ibaretse?
Bu durumda din nasıl geri gelmiyor? Mitler?
Çünkü din entelektüel bir alan olmaktan çıktı, avamın tesellisine dönüştü.
Bu nedenle devletlere rağmen dünyanın vicdanı olarak harekete geçenler şüpheye karşı yeni bir mit inşa edecek. İnsanlığa yeni bir tatmin yolu sunacak. Mustafa Everdi
|
Mesajı Yazan: osmanziya
Mesaj Tarihi: 06-Eylül-2025 Saat 02:51
venüsyen art yazdı:
Elementlerin Gizemi: Kadim Bilgelikten Modern Bilime
İnsanlık tarihi boyunca “element” kavramı, evrenin özünü açıklamanın anahtarlarından biri oldu. Kimi zaman doğayı oluşturan maddeler, kimi zaman bilinçli varlıklar, kimi zaman da ruhun arketipleri olarak görüldüler. Bugün periyodik tabloda 118 elementten söz ediyoruz, ama kökeni çok daha eskiye, mitlerin ve felsefenin derinliklerine uzanıyor.
Antik Yunan’da Empedokles, evreni Toprak, Su, Hava ve Ateş’in birleşiminden oluşmuş kabul etmişti. Aristoteles buna göksel bir öz olan “eter”i eklemişti. Doğu’da ise sistem biraz farklı gelişti. Çin’in Wu Xing öğretisi beş elementten bahseder: Ağaç, Ateş, Toprak, Metal ve Su. Bu unsurlar yalnızca madde değil, aynı zamanda mevsimler, organlar ve duygularla da bağlantılıdır. Hint felsefesinde ise elementler Toprak, Su, Ateş, Hava ve Eter’dir. Yani Batı dört (bazen beş), Doğu ise beş elementten söz eder.
Kadim Kültürlerde Elementler
Kadim öğretiler elementleri yalnızca fiziksel unsurlar olarak görmedi. Onlar aynı zamanda canlı birer güç, hatta bilinçli varlıklardı.
• Sümer mitolojisi:
• An (Anu) → Gökyüzü tanrısı, ilksel baba.
• Ki (Ninhursag) → Toprak ana, doğurganlık.
• Enlil → Hava/ruh tanrısı, An ile Ki’nin oğlu.
• Enki (Ea) → Su tanrısı, bilgeliğin ve derinliğin efendisi.
Bu dörtlü, evrenin düzenini sağlayan elementlerin tanrısal karşılıklarıydı.
• Vedalar: Elementler tanrısal varlıkların armağanı kabul edilir.
• Mısır: Nun (ilksel su), Geb (toprak), Shu (hava) ve Ra (güneş/ateş) evrenin özünü temsil eder.
• Şamanik kültürler: Elementler “ata” olarak görülür — Su Ana, Ateş Ata gibi.
Bu bakış açısında elementler yalnızca madde değil, aynı zamanda bilinç tohumlarıdır. “Element” sözcüğü Latince elementum’dan gelir. “Başlangıç, ilk unsur” anlamını taşır. Bu kelimenin, alfabenin temel harfleri L, M, N’den türediğine dair ilginç bir yorum da vardır. Yani element, en başından beri “temel yapı taşı” demekti.
Bilimin diliyle konuştuğumuzda, element “kimyasal olarak daha basit bir şeye indirgenemeyen madde türü”dür. Periyodik tabloda bugün 118 element vardır. İlk 94’ü doğada bulunur, geri kalan 24’ü laboratuvarda sentezlenmiştir.
dedim ki:
Dinleri anlamak için geçmişini yani mitolojiyi anlamak gerekiyor..
Bunun için bir yazımda dedim:
Fizik Yasaları Üzerine.. R. Feynmann 'ın kitabı elementlerin yapılanmasında harika bir anlatım.. paylaşımınız kitabın altına güzel bir masa olmuş.. anlattığınız gibi NAR seyri olarak zerrelerin atomlar ve hücreler olarak nüvelerinin saptanması bilimsel bilginin hem büyük bir keşf hem yüksek bir zaferi.. bu da bizi antık çağ mitleri ve orta çağın dinleri konusunda ciddi bir çözümleme yapmaya çağırıyor. Karen Armstrong'un Tanrının Tarihi kitabı değerli bir kaynak. Ancak animizm.. paganizm.. teizm.. konusunda klasik Comte'un üçlü çözümü yetersiz. Hatta animizm.. paganiz.. teizm.. ideoloji yani dillerin dinleştirilmesi ile dinlerin dilleştirilmesi ile dörtlü bir başlıkta açmak gerekiyor. Saygılarımla osmanziya yontembilim.com https://www.yontembilim.com/forum/forum_posts.asp?TID=2861
NAR'dan başka bir de NUR ve SEYR ve SIRR konusu bulunuyor.. ve narın ZERRESİ.. nurun ENESİ.. seyrin HÜCRESİ.. ve sırrın ZÜMRESİ.. âlemlerimizi ve âlemimizi daha sağlam ve sağlıkla tanımaya ve bilmeye sevk ediyor. osmanziya
|
|