İNSAN ÜZERİNE ÇEŞİTLEMELER…
Yöntem işleri bizim gibi eli boş ve gönlü
hoşların işleridir. En azında geceleri çekildiğimiz fildişi kulemizde insan
alemini rasat ederken gözümüze çarpan yıldızları ve galaksileri ya da açık ve
kapalı yıldız kümelerinin görüntülerini objektifimizin merceğinden belleğine
aktarıyoruz.
İnsan alemi deyip geçme.. kainatın büyük KİTABINI, onun en büyük ayeti olan Son
Peygamber HİTABINI ve onun dahi elinde olan EN ŞANLI KİTABI, okuyan İNSAN'dır.
On beşinci yüzyılda ümanist yazarlar, ne dir bu yahu hep Tanrı, hep Peygamber,
hep kitap, hep ahiret.. bu memlekette beşer denilen bir mahluk var, bu dünyada
insan denilen bir varlık duruyor.. niçin insanı kenara çekiyorsunuz ve hatta
unutuyorsunuz kulluk adı altından onu dine köle, dindara esir ve din adamıma
mahkum ediyorsunuz deyu feryad ü figan etmişler ve bunlardan HÜMANİZMA doğmuş..
Ancak bu "insancılık" sonra insanın cılkını çıkararak bir tür
balıkçıl olan insancıl'ların avı haline getirmiş.. evet hümanizma, antropoloji,
sosyoloji, psikoloji derken dünyanın efendi kralları işçi kölelerini ve pazar
kulllarını eski imparatorları aratacak şekilde yukarıda saydığım LOJİ’leri tepe
tepe kullanmaya başlamışlar. Esaret (kölelik) bitmiş amma ondan birazcık daha
iyi bir başka bir esaret yani ecaret (işçilik) başlamış.. hürriyet kızımızın
yüzü bir türlü gülmemiş.. sonuçta Allah’a kulluk yolu eliştirilirken maksadan
öte bir ayrıştırma yolu açılmış krallık ve kölelik eksenli kulu kulluk yolu bir
başka mecraya akmış.. bu uğurda “şehitler” olmuşlar ve ülkeler işgal etmişler..
ekonomik ve politik krallıklar uğruna çok uluslar köle edilmiş.. birinci ve
ikinci dünya savaşlarında geçmiş yüzyıllarda dökülen kanlardan kat kat fazla
insan kanı akmış.
Dinler aslında kökende kula kulluğu kaldırmak içindir.. Allah’a tapmakta bir
sorun yok.. Dileyen onu sever, dileyen onu sayar ve dileyen sevgi ve saygıyı
son sınırına götürerek O’na tapar. Hakka gitmek üzere hakikattan çıkar ve
halktan kopar.. bu kesret ya da vahdete dönük kişinin fena ya da beka seçimi
kendine kalmış.. fakat bir de kişinin geçimi var ki gelirini giderinden fazla
yapmak zorundadır. işte bu nokta da KULLUK YAPMAK denilen bir sorun çıkar..
işte bu noktada sorunlu ve sorumlu başka kullar dahi devreye girecektir sıkıntı
da burada bu iki ipli dört düğümde doğmaktadır.
Aslında bizim dünya ile olan problemlerimizin temelinde, bizim din ile olan
mes’elelerimizin kökeninde; dil ile olan sorunlarımız yatar. Hani derler ya..
bülbülün derdi dilinin belasındandır. Sorun bilgi ve buyrukta değil sorun belge
ve uyruktadır.. ancak kuyruk acısı olanların sorunu uyruk ve buyrukta
görmeleri, acılarını unutturduğundan mı dır nedir.. yükü kullukta atmakta ve
çare Allah’ı unutmakta bulmaktatırlar. Kralların uyrukları kısaldıkça ve
kölelerin kuyrukları uzadıkça buyruklar kuyrukları acıtması artacak bunun
acısını Allah’a kulluktan çıkaracaklardır. İnsan bu.. her işi mükemmel olacak
değil ki.. ama önemli olan onu kusuruyla birlikte sevebilmektir. Dostluk
gösterebilmektir. Yaratan’dan dolayı yaratılanı hoş görmektir. Kapu kullarına
karşı kapu kollarının mütevazi ve müteslim olmaları gerekmez mi ? Tapu olduğu
kadar sapu ve kapu vardır.. eğer sen kapu kolu olmuşsan bazı kapı kullarının
başka kapulara sapmalarına katlan.. merak eder garibim arkasında ne diye
kapunun.. bu merak nedir bilirim.. bırakmaz insanı boş.. aratır, sordurur,
düşündürür, sürdürür.. tabiat gibi insanda boşluktan nefret eder.. karın
boşluğu.. kalb boşluğu ve kafa boşluğu deyip geçme.. her biri bir deniz kadar
engin.. bir feza kadar derin ve bir kalb kadar rengindir
Bengin bir kapıya kol olarak takılmış insan kapu kulluğundan geldiği bu onurma
makamda geçmişini ve bir zamanlar kendisinin de kapı kulu olduğunu unutmamalı.
Allah’ın tapu’sunu evin tapusuyla karıştırmadan kendi yapusunu sağlam kurmalı
ve sağlıklı kılmalıdır.
·
* * *
Paylaşımınız için teşekkür ederim.
Badem ağacına soru üzerine sorular sormuşsunuz..
keşke birileri onun adına üşünmeden yanıt verse
hisseme düşeni şöyle düşünüyorum:
Yazın badem çicekleri ile kaşın kar çiçekleri birbirine ne kadar benziyor onu
da hatırlatmışsınız
sanki yaz ve kışın başlangıcının boru sesidirler o BEYAZ renkler.
Gelinlikleri aklıma geliyor dünya evine girerken çiceklerin.
Sonra bu beyaz sayfalar üzerine yazılan yeşil ve kırmızı yazılar.
Çicekler meyvelere tomurcuklanınca evladları gülümser yapraklar arasında...
Sonra düşünürüm hayat ağacını, ömür meyvesini ve uzayıp giden nesil şeceresini
Giyeriz beyaz kefeni.. noktalarız yaşamı.. başlatırız yeni baharlarda yeni
beyazlar için.
İşbu bütün bu beyza, bu teda-i efkar ve bu temasül-i dürbîn
bize akibeti teşbih eder ve ahireti tahattur ettirir.
Ta ki açılsın.. yeşil sahifeler, beyaz ekranlar ve siyah aynalar..
Görelim güzellikleri..
ister doğrudan olsun ister dolaylı.. amma hepsi "olay"lı..
Yinelenen arınma ve yenilen artırma..
pul pul sürer gider
yakarı yaprakları ve yalvarı çicekleri.
Badem ağacı olur adem ağacı
Gelinlik, kefenle birleşir
ve beyaz kış, beyaz yazla eşitleşir.
Ta ki çeşitlilikler doğsun diye...
·
* * *
Sevgililer günü diyorlar acaba evli olan
hanımlar özel bir günle anılmaya layık değil mi ?
Oysa bir tek kocanın kahrını çekmekte onlardan daha KAHRAMANI var mı ?
Emekçi kadınlar günü diyorlar acaba tüm yetişkinler üzerinde emekleri olan
ANALAR emeksiz mi ?
Kadına pozitif ayrımcılık yapalım, tamam yerden göğe kadar hakları ezilen
kadınlarımızın.
Kadının en büyük işi kocası, en büyük yükü çoçukları ve bu iki büyük yükü
varken
bir de çalışmak değil çalıştırılmak zorunda bırakılıyorsa erkeklerle eşitlik
gazı verilerek
sonuçta olan kocaya, çocuğa ve kendine oluyor.
Kadınlarımızı okutalım, öğretmenlik, polislik, yönetcilik, hakimlik ve hekimlik
ve sair ihtiyaç olan konularda
çalışsın ve isterse profesör olsun.. yeter ki ihtiyaç yoksa çalışmaya
"mecbur" bırakılmasın.
Bu vesile ile internette dolaşın şu sözü hatılatıyım:
Kocayı bulunca feministlik,
parayı bulunca komünistlik
ve hocayı bulunca agnostiklik kalmaz.
Herkese ve özellike bu gün vesilesiyle
emekçi ve emekli tüm kadınlarımıza
Saygılarımla
·
* * *
Dikkat ederseniz "mecbur"
bırakılmaktan söz ediyorum. Kadınlar çalıştırılmasın demiyorum.
Mecbur kalırsa elbette helal rızkını arayacaktır.
Mecbur kalmazda mecbur "bırakılır"sa... illa ki çalışmak zorunda
kalacaktır.
Zaten çağdaş uygarlığın arkasındaki karanlıkta bu suretle onun
"ev"den kopmasını istiyor..
Böylece ailenin bütünlüğü ve bunu sağlayan erkeğin merkezi konumu,
olmayan "özgürlük" adına bozuluyor ve insan soyu tehlikeye düşüyor.
Eğer insan tarlalarını bulamazlarsa sonumuz karanlık..
Bunun uzun tahlilini yapmak için bu yanıt yeterli gelmez ama şunu söyleyeyim..
sayısız koşullara ve kurallara yani evrene ve topluma DOĞUM insanı, isterse bu
erkek olsun, ÖZ-GÜR bırakmaz..
ÖLÜM'e mecbur olmaktan öte mahkum olanda "ölüm-süz" olamaz.
Dikkat edin sol görünün ve sağ duyunun çelişkisi,
bu bulunamayan "özgürlük" olamayan "ölümsüzlük" ekseninde
yatmaz mı ?
Dünya ne kadar boş işlerle uğraşıyor değil mi ?
Şaşılaclaktır ki bu eşitlik, özgürlük ve ölümsüzlük hadi dörtleyelim
"ölümlülük" (*)
ki sonuçta hepsine yapıştırılacak son yargı YOKLUK'tur.
Evrende hiç bir yerde eşitlik yok.
Hatta bir sodyum atomu başka bir soydum atomuna benzemez.
Ayniyet ve musavat insanın kafasındaki boş ilkeden başka bir şey değildir.
Yukarıda söyledim.. koşullara zecren bağımlı ve kurallara cezren bağlı insanın
gürünün öz olması olanaksız.
Öyle ise bu "ideal"lerin realitesini görelim ve ondan sonra bunlara
daha rasyonel temeller arayalım.
Yoksa dini veya ideolojik savları seslendirmek, başlatılan önceliğimizin
bitirilişinin sonuna yani kabire kadar devam eder.
(*) Öz olarak ölümlü de kalamıyoruz.. çünkü kaldırılıp hesaba çekiliyoruz.
Öz olarak Ölümsüz de olamıyoruz çünkü Yaradan isterse
bu "önce başlat sonra bitir" yasasını ancak kendi dilediği kadar,
yani ahireti, sürdürür.
NOT:
Kadın erkeği kuşatmış.. ENLEM olarak anası o, kızı o, BOYLAM karısı o, kardeşi
o..
ERKEK sayfasının satırı ve sutununda kadınlardan başka kim var ?
Amma insan öyle bozuldu ki kadın tarafı bozuldu feministlik,
toplum tarafı bozuldu komünistlik yapmak zorunda bırakılıyor insanlar..
artık böylece birey birey değil, erkek te erkek olamıyor...
çünkü İNSAN eril ve dişil ile birey ve toplumdan ibarettir.
·
* * *
Memlekette yapı ve fonksiyon diye bir şey
var.. eğer her strüktür aynı işlevi verseydi evrende bir numaralı atom
hidrojenen başka element olmayacak ve bu nedenle eşitlik, çeşitliliğin canına
okuyacak ve canan diye bişi olmayacaktı.. yani yaşam denilen organizasyonun
organizması dirilmemek üzere ölecekti.. elbette kadın erkeğin, kadında erkeğin
işini görebilir.. anne ölürse baba onun yerine geçebilir.. baba ölürse anne
babalık görevini yapar. çünkü her ikisi de kökten "bir"dir, yani
insandır. Ancak bu gerektiğinde ya da zorunlu olduğundan.. Rasulullah eve
geldiğinde bizlik bir var mı ya Aişe.. dermiş. Gerektiğinde çamaşır da yıkar
bulaşıkta yıkarmış, sökük te dikermiş.. Ancak biz uzviyet sırrını anlamıyoruz..
organizma iş bölümünü göremiyoruz.. yapı ve işlev gerçeği işimize gelmiyor..
tutturmuşuz kör gürlük (buna da özgürlük diyoruz yanlış olarak) boş eşitlik..
realite nedir.. rasyonalite nedir.. görmüyoruz.. hakiki ve makul bir AHLAK
temellerini kurmuyoruz. Halk yaratılıştan vardır da aynı kökten (HLK) olan
mükerrem ya da mezmum ahlak buyruluşla inşa edilir. Allah'ın emrine göre olursa
büyür gider nefsin buyruğuna göre olursa bücür kalır. Bu kadar basit.. seçim
DİLEYEN'e kalmış. Eğer böyle olmasaydı.. "cinsiyet" tercihi denilen
sapmalar olmazdı.. sadece doğal ve doğuştan olan "hünsa" ve
"köse"ler olur eşcinsel evlilikler olmazdı.. bayanım biz normal ve
doğal ilişkileri törel ve yasal hale getiren var oluştan bahsediyoruz buna din
ya da başka bir kayıt gerekçesiyle karşı çıkmak gürün özü anlamına gelmez..
elbette böyle düşünmekte ÖZGÜR'sünüz.. çünkü bu kör istem ve koşulsuz istenç..
bizim yani medeniyetin gelişmesine ve erkekler ve kadınlar ile birey ve
toplumtan müteşekkil beşeriyetinin terakkisinin iki motorundan biridir.. çünkü
ayan ve beyan biz deneme ve yanılma ile gelişiriz.. hasılı ERKEK aynası
olmasaydı bayan GÜZELLİĞİ de olmazdı...
·
* * *
Hint Felsefesinin 4 Kuralı.
KURAL 1: "Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı
şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan,
etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da
bize bir şey öğretirler.
KURAL 2: "Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir
şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki
en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. 'Şöyle yapsaydım, böyle
olacaktı' gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken,
yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar
zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız
her olay, mükemmeldir."
KURAL 3: " İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru
anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o
da başlamaya hazırdır.
KURAL 4: "Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda
bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak,
gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak
daha iyidir."
·
* * *
Doğu felsefesi bu arada HİND felsefesi ile
batı felsefesi bu arada AVRUPA medeniyetinin felsefesi arasındaki fark
ISLAM FELSEFESİNDEKİ cebriye ve kaderiye felsefesindeki arasındaki fark
gibidir.
Fakat biri yokluk ve telkin (Nirvana) medeniyeti ile diğeri varlık ve irade
medeniyeti (Emperyalizm)
arasında bir orta yolu arıyor insanlık... Bu da ortadoğudaki islam
felsefesidir.
Bu islam dünyasında yapılan yıllar süren tartışmalardan sonra ehli sünnet ve
cemaat KADER anlayışı ile bulundu
ve bu kader anlayışı öyle reel bir temele dayanıyordu ki İslamdan Önceki
dinlerin çağdaş kuramcılarıda bu tartışmadan yararlandı.
Örneğin YAHUDİ akidesindeki KADER anlayışı ehlisünnet ve cemaatin resmi kader
anlayışıdır.
Madem bu mevzu açılda bu konuda düşündüklerimi söyleyeyim:
1.Başlamak zordur. Buna bağlı olarak girişmekte zordur.
2.Bitirmek kolaydır. Buna bağlı olarak sürdürmekte zordur.
3.Bu iki gerekçe ile iktidarımız kadar değil itiyadımız kadar eyleriz.
4.Bundan önce üç gerekçe ile ihtiyarımız kadar değil itimadımız kadar işleriz.
Eğer yukarıdaki sonuçlardan yararlanırsak görürüz ki bedenimiz ve ruhumuzla
geçmiş kaderimizi değiştiremezsek ise gelecek istikbalimizi değiştirebiliriz.
Başkasının değil sadece "KENDİ" istikbalimize ilişkin takdir ve hükmü
bi-iznillah değiştirebiliriz.
Çünkü başkasını etkilemek onun eyleminin nedeni olmak demek değildir.
Böyle değilse ilim ve irade niçin KENDİSİNDEN sorumlu ve yükümlü olsun ki ?
Neden din olsun, neden ahlak olsun ve neden din olsun ki ?
Niçin sadaka verelim, niçin iyi olalım, niçin ibadet edelim ki ?
·
* * *
Öncelikle TEVFİZNAME'yi bu vesileyle hatırlatmanıza
minnettarım.
Keşke kopyale yapıştır değil de teker teker yazsaydın daha bir faydası olurdu.
Eleştirinize gelince haklı olduğunuz noktalar var, katılmadığım yerler var.
Bilim, Hukuk, San'at ve Hikmet milletler ve kültürlerin ve dinler ve medeniyetlerin
ortak çalışması ve ayrık çatışması ve sonuçta tartışması ile oluşturulmuşlar.
Yani biz bunları İNSANLIK ve UYGARLIK olarak
etimizle , kanımızla, dişimizle ve tırnağımızla meydana getirdik, getiriyoruz
ve geliştiriyoruz.
Bunda kuşku yok.
Fakat dil ve din böyle değil.. "Kültür"den kastımda bu idi.
Bunu nasıl anlatmalı bilmemki..
Medeniyetin hars ve umramdan oluştuğunu düşünürüm.
Uygarlığın ekin ve bayındırlıktan meydana geldiğini kabul ederim.
Aynı terimleri bir başka arkadaş İngilizce söylerse tamamlanacak.
İşte bu nokda da evrensel kültürün doğusu ve batısı arasında
birbirine indirginmez ayrık noktalar var.
Keza evrensel kültürün sağı ve solu arasında da kesin farklılıklar var.
Ancak başarı bu yanları dengelemek, uyumlamak, ılımlamak noktasını gelince
dile ve dine göre farklılıklar doğuyor.
Şimdi bunları somut ve belirli olarak tartışmak bu yazının konusunu aşar.
Ancak doğunun telkin ve yokluk medeniyeti ve batının irade ve varlık medeniyeti
olduğu görüşü şahsımın değil, katıldığım Ord. Prof. Hilmi Ziya ÜLKEN'in
fikridir.
Solun nedensellik ve özdeşlik ilkesi, sağında amaçsallık ve özgürlük ilkesiyle
Kurulduğu bu fakirin keşfidir. Burada sayılan dört, yukarıdaki iki esas
Elbette insanlığın malıdır..
ancak bunların kompozesi dile vedine ve bunlarla oluşturan kültüre göre
farklılık oluşturur ki
doğu nirvana’ya eriştmekte..
usta olmuş.. Orada Şeytan'ı bulmuş..
sana ve bana haber vermiyor bu başka bir konu..
Hava’da uçan bir müşrik hind fakiri .. ağzında bal akan hind kâmili..
tevhiddin uzaklaştığı ölçüde imandan ve islamiyetten sonuçta hakikatten
uzaklaşır..
bunun sevme ve hoşgöre ile ilgisi yok..
görüş, gerçeklik ve tutarlılıkla ilgisi var.
Bazı nesneler az ve çok olabilir ama bazı konular hep ve hiç olur..
demek varlık ve yokluk iki şekilde görünür..
biri izafi ve görece diğere salt ve mutlak..
işte bu ikisini birbirinden tefrik etmek gerekmektedir.
Dört şeyi ayırt etsen, ar ve ad ile nesne ve kimse, dediklerimi anlarsın.
Eğer DİL'i anlamazsan izafi kör uzam ve süre gözlerininin karanlığında
boş "anlam" ve "amaç" kaseleriyle dünya ve din şarabını
yudumlamayı sürürdürsün.
Şimdi hoşuma gidiyor, kişisel gelişmeyi sağlıyor diye
veya diğer gerekçelerle çağdaş dinlere meyletmek
doğu kültürüne kapılmaktan başka bir şey değildir.
Yüzlerece sene islamiyetle komşu oldukları halde
Kur'an teslim olmayan bir taassubun hangi kastını kaldıracak, hangi kıstını
gidereceksin.
Fıtrı edebin ve hulki faziletin, doğrudan dinle ve Müslümanlıkla ilgisi yok.
Haya ve hilm ile hikmet ve seha, özle ilgisi dolaylı olan varoluşlardır.
İktisad, adalet, hayrat, hasenat, kemalat ve fazilet evrensel vasıflardır.
Bunlar herhangi bir dinin özel malı değildir tüm insanlığın imtihan edildiği
evrensel karakterlerdir.
Bu saydığımız işleri “Allah” rızası için yaparsak İSLAMİ bir iş yapmış oluruz.
Karşılığını da O’ndan bekleriz. İnsan muhtaçtır, karşılıksız bir iş yapamaz.
Beslenmek ve Seslenmek için aş almaya ve iş yapmaya mecburdur.
Hasılı Big Bang ile fenası kanıtlanmış bir dünyayı hali bâki gören KÜLT
artık din olarak iflah olmaz.
Hem bazı kişilerin dinimize ilgisizlikleri ve felsefeden bilgisizlikleri
sebebiyle
bu çağdaş akımlara farkında varmadan kayabiliyorlar.
Oysa bunlar yüzyılladır süren evrensel yönelişler..
çağdaş olabilir ama yeni değildir.
Amma şu var bunlar yöntembilimsel analizle yargılama
yapılmadığından BATIL oldukları açık ve seçik olarak görülmüyorlar.
BUHRAN'ları nedeniyle katı ve kesin BÜRHAN'ları göremiyorlar.
Birde islamiyete BÜHTAN ediyorlar.
Bir kitap okuyorsun Barnaba İncili diye bir kitap yazar adını vermemiş S.T
demiş.. sözleri içinde ALLAH lafzını bir kere kullanmış mı kullanmamış bir daha
bakacağım.. itiraf ediyorum kurduğu müthiş EZOTERİK cümleleri on sene uğuraşsam
yine kuramam.
Bu yazar Müslüman mı, Hindu mu, Ateist mi tavsif ve tarif edemiyorsun.
Ha unutmadan söyleyeyim kitabı 21 ARALIK 2012 kiyametine göre hazırlamış
demekki YALANCIYMI. Eh entellektüeli böyle ise ezbercisi ve taklildcisi nasıl
olacaktır sen takdir et.
Beni bağışlayın konu ağırlaştı..
amma bu uyarıyı, yalancı birinin eleştirisini yapmayı
ve tabi bu arada reklamanın vesilesi olsak da,
bir sorumluluk saydım.
Ne demişler çok malda haram, çok sözde yalan var.
Sağlıcakla kalın.
Mustafa BUĞUÇAM
SELÇUK Yazeri
TEFVİZ NÂME
Hak, şerleri hayr eyler,
Zan etme ki ğayr eyler,
Ârif anı seyr eyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse, güzel eyler...
2
Sen Hakk'a tevekkül kıl
Tefvîz et ve râhat bul,
Sabr eyle ve râzı ol,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler..
3
Kalbin O’na berk eyle,
Tedbîrini terk eyle,
Takdîrini derk eyle,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
4
Hallâk-ı Rahîm Oldur,
Rezzâk-ı Kerîm Oldur,
Fe'âl-i Hakîm Oldur,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
5
Bil kâdî-i hâcâtı,
Kıl O’na münâcâtı,
Terk eyle murâdâtı,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
6
Bir işi murâd etme,
Olduysa inâd etme,
Haktandır o, red etme,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
7
Hakkîn olıcak işler,
Boştur gam u teşvişler,
Ol, hikmetini işler,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
8
Hep işleri fâyıktır,
Birbirine lâyıktır,
Neylerse, muvâfıktır,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
9
Dilden gamı dûr eyle,
Rabb’inle huzûr eyle,
Tefvîz-i umûr eyle,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
10
Sen adli zulüm sanma,
Teslim ol oda yanma,
Sabr et, sakın usanma,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
11
Deme şu niçin şöyle,
Bir nicedir ol öyle,
Bak sonuna, sabr eyle,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
12
Hiç kimseye hor bakma,
İncitme, gönül yıkma,
Sen nefsine yan çıkma,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
13
Mü'min işi, reng olmaz,
Âkıl huyu ceng olmaz,
Ârif dili teng olmaz,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
14
Hoş sabr-ı cemîlimdir,
Takdîr-i kefîlimdir,
Allah ki vekîlimdir,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
15
Her dilde O'nun adı,
Her canda O'nun yâdı,
Her kuladır imdâdı,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
16
Nâçâr kalacak yerde,
Nâgâh açar, ol perde,
Derman eder ol derde,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler…
17
Her kuluna her ânda,
Geh kahr u geh ihsânda,
Her anda O bir şânda,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
18
*
Geh Mu'tî u geh Mânî',
Geh Darr u gehi nâfî',
Geh hâfid u geh râfî'
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
19
Geh abdin eder ârif,
Geh emîn u geh hâif,
Her kalbi O’dur sârif,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
20
Geh kalbini boş eyler,
Geh hulkını hoş eyler,
Geh âşkına dûş eyler,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
21
Geh sade vü geh rengîn
Geh tab’ın eder sengîn
Geh hurrem ü geh gamgîn
Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler...
22
Az ye, az uyu, az iç,
Ten mezbelesinden geç,
Dil gülşenine gel göç,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
23
Bu nâs ile yorulma,
Nefsinle dahi kalma,
Kalbinden ırağ olma,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
24
Geçmişle geri kalma,
Müstakbele hem dalma,
Hâl ile dahî olma,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
25
Her dem O’nu zikreyle,
Zîrekliği koy şöyle,
Hayrân-ı Hak ol, söyle,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
26
Gel hayrete dal bir yol,
Kendin unut O'nu bul,
Koy gafleti hâzır ol,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
27
Her sözde nasîhat var,
Her nesnede zînet var,
Her işte ganîmet var,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
28
Hep remz ü işarettir
Hep gâmz ü beşâretdir,
Hep ayn-ı inâyetdir
Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler...
29
Her söyleyeni dinle
Ol söyleteni anla,
Hoş eyle kabul canla
Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler...
30
Bil elsine-i halkı,
Aklâm-ı Hakk ey Hakkî
Öğren edeb ü hulkı
Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
31
Vallahi güzel etmiş,
Billahi güzel etmiş,
Tallahi güzel etmiş,
Allah görelim netmiş...
ERZURUMLU İSMAİL HAKKI
·
* * *
Kitabın (Roman) İsmi Barnaba İncili değil
BARNABAS GÜNLÜĞÜ.. düzeltirim.
Kitab "Herkesin içinde şeytan vardır. Asıl önemli olan içindeki şeytanı
evcilleştirmeyi başarmaktır" sloganiyle başlıyor. ve sonuncu sayfası da
şöyle bitiyor:
Çeçen Umar, Ali'ye sarıldıktan sonra "Senden Allah razı olsun kardeşim.
Allah'ın misafirine göz kulak olmanı istiyorum. Onun biraz daha burada kalması
sağlıklı olacak. Biz en yakın zamanda tekrar geleceğiz." dedi. Ardından
kendinisi bekleyen diğer Çecenlerle, ay ışığının son dokunuşlarıyla gözden
kaybolmuşlardı.
Bunun dışında Kitabın içinde hep TANRI sözcüğü kullanılıyor.
"Tanrı" sözcüğünü kullanmakta beis yok. Araplar İlah diyorlarsa
Türklerde Tanrı der.
Fakat biz Müslümün olarak Tanrımıza, ilahımıza ALLAH deriz.
Peki bu bu kitabın maksadı nedir ? Kitabın arka kapağında şöyle yazıyor:
"Çarmıha gerilerek kıyamet efsanesine dönüştürülen Hz. İsa'nın bilinmeyen
düşünce dünyasında acaba hangi öykü gizliydi ? Dinlerin sömürgesiyle
savaştıklarına inanan sayısız gizli örgüt yüzyıllardır süren ölüm
sessizliğindeki uykularından uyanmıştı. MERMİLERİ BİLİMİN SOMUT SONUCUYDU. Yer
yüzündeki barışa katkı sağlayamamış olan Vatikan'ın tüm dinlerin denklemini
yeni baştan inşa edecek olan asıl gerçek neydi ? Barnabas'ın mezarından çıkan
Barnabas İncili'nin ve Hz. İsa'nın kutsal kayıp madalyonun dışında Vatikan'da
başka Papa olmak üzere bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az kişinin
bildiği BARNABAS GÜNLÜĞÜ'nün bulunması neleri gün ışığına çıkarıyordu ?"
Sanırım kitabın amacı şu olabilir:
Ortak bir din fakat insanlar sayısına yol, mezheb ve ideoloji aramak.
Acaba bu realite, bu teknoloji bu ideale geçit verir mi ?
Bu gün bilim topluma angaje ve hukuk da devlete finanse edildi..
Ortak bir DİLİN bulunması, ortak bir DİN’in inşasından daha kolaydır.
Öyle ise vizyonu olan misyonunu bu ortak dil projesine, hikmetin, felsefenin ve
dinin olmazsa olmazı olan DİL’in, anlam ve anlatımın metodik sürücüsü ve görsel
aygıtını elde ederek sözün büyüsüne kapılmadan öyküsünü aradığında kendini
bulması belki daha gerçekçi yol ve akılcı bir beklenti değil mi ?
Zaten kitab Lio, Sio ve Neo (Okuyucu) ile bir teslis yapıyor.. yani LSN’ı…
·
* * *
Bilim ve hukuk genelde bu dünyevi
yaşamımızda sorunlarımızın çözümünde acil receteler..
ancak kaynağa, kökene, özgürlüğe, ölüme ve ahirete karşı çareler konusunda BU
İKİ GÖZ yetmiyor.
Hikmet, felsefe ve din etkinliklerinin ÜÇÜNCÜ GÖZÜ devreye giriyor.
İşte bu noktada her şeyde olduğu gibi malın iyisini, kalitelisini ve
yararlısını ararız.
Sorunda bu konuda doğuyor.
Bir def'a şu ilke pek çok şeyi çözer.
"Men amene bil kaderi emine minel keder"
Kim kadere iman eden, kederden emin olur, demektir.
Emin olur emin olmasına ama içeriğine, biçimine ve ayrıntısına gelince insan
için bir sınav başlar.
İşte dokunduğumuz nokta budur.
Bu iman kimin için ? Allah için mi, özgüven için mi, Buda için mi ?
Aradaki iş iyidir bulunan çözüm işe yararda
fakat bir de işin başına ve sonuna bakınca öyle iç açıcı olmuyor.
Bir defa Yaratan her insana doğuştan bir kader-irade hissi vermiş ona göre
davranırız.
KESİN geçmiş olaylar için keşke’miz olmaz fakat OLASI gelecek olaylar için
kuşku duyarız.
Hiç düşündünüz mü geleceğimiz kullandığımız İRADEYİ geçmiş için kullansak ne
olacaktı ?
Kaçan balığın ve uçan fırsatın büyüklüğüne ve küçüklüğüne göre kocaman bir
keşke.. bizi rahat bırakmayacaktı.
Bir de şöyle düşünelim.. geçmiş için kullandığımız KADERİ gelecek için kullanıp
nasıl olsa olacak diye yan gelip yatsak,
zamanın aleyhimize çalışmasını engelleyebilir miyiz ?
Demek her insan ister istemez ve farkında olmadan geçmişe kader ve geleceğe
irade olarak bakar.
Fakat bu PRATİK kaderden, TEORİK kader konusuna geçince.. işin rengi değişir.
Ve HUKUK FELSEFESİ derslerinden tanıdığımız felsefenin paslı kilidi olan
DETERMİNİZM-İNDETERMİNİZM sorununu kimse de çözememiştir.. ancak inanç
yaklaşımı ortaya koyarız, o kadar.
Bu inançta, en gerçekçi ve en akılcı şekilde, daha önce bahsettiğim gibi,
Ehlisünnet ve cemaat görüşüdür.
Allah’a olan imanımızın kantite ve kalitesini artırdığımız kadar
BAŞTA KADER olmak üzere diğer inanç konuları açıklık, kesinlik, aydınlık
kazanacak nefsimiz huzur bulacaktır.
Özetle, geçmiş olaylardan ders alır, gelecek için buna göre önlemler alırız.
Doğduğumuz gün kesindir de öleceğimiz gün belli değildir.
Bu belli olmayan istikbali.. gece ve gündüz ile yaz ve kış
mantığı ile çözersek sanırım ölüm gecesine ve kabir kışına dahi iyi
hazırlanırız.
Bu konuda çok sevdiğim şu öz deyiş var:
DÜN BİR RÜYADIR, YARIN İSE BİR HÜLYA;
RÜYAYI MUTLU VE HÜLYAYI UMUTLU EDEN
BU GÜNDÜR. Öyle ise bu güne iyi bak…
·
* * *
OSMANZİYA
------------- BEYAN dogru olmali ve MAAN hakikati bulmalidir
|