ÖĞRENME ÜZERİNE
 
 

ÖĞRENMEYİ ÖĞRENME

 
Bilgilenme gereksiniminin arttığı ve edinilen verilerin  çabuk değiştiği çağımızda, sadece öğrenmek artık yeterli olmamaktadır. Öğrenmeyi öğrenmek gerekmektedir.  Eskiyen bilgilerin yükünden  kurtulmanın ve yeni bilgilere hızla kavuşmanın başka bir yolu da yoktur zaten. 
        
         Öğrenilecek olan nedir ? nesnelerin ve kimselerin “adlar”ı mı dır ? yoksa varlıkların olayların “tanımları” mıdır ? Hangisine  öncelik tanıyalım ?
 
         Değişkenlere değerler atanarak “adlar” elde edilir ve bunlara   “veri”  denilir. Değerler ölçme ve sayma işlemine, değişkenler   sıralama ve bölümleme işlemine tabi tutularak yapılarak adlar (veriler)  bir taban etrafında düzenlenerek toplanır. Bu düzenleme  nasıl yapılacaktır ?
 
         Tanımlarla yorum  kazanılır. Tanımlar, tanımlarla karşılaştırılarak yüklemler ve yargılar oluşturulur. Yüklem ve yargı tümceleriyle bilgi sistemleri oluşturulur. Bu sistemlerin hakiki olguya uyarlığı (içerik)  ve mantıki ilke  tutarlığı (biçim) bilgilenmede gerçekliği anlama ve ondan yararlanma yolunu açar.   Bilgilerin içerik yada biçim yönünden  denetiminde hangi olgu ve ilkelere  öncelik tanınacaktır. ?
 
         Gerçeklik ve doğruluğa, bilgilerle ve sözlerle erişilecektir. Bilgiler ve sözler, dili ve düşünceyle elde edilecektir. Dil ve düşünce gelenek ve gelişimle  diri ve duru kalır. Örneğin standartlar yinelemelerdeki evrimsel değişimlerle ilerlemekte, patentlerle yeniliklerde devrimsel dönüşümlerle yükselir. Evrimin tutuculukla gerilemesini engellemek  ve devrimin yıkıcılıkla sistemin çökertmesine  yol açamamak    yineleme ve yenilemeyi  nasıl dengeleyeceğiz ?
 
         Düzenlenen, denetlenen ve dengelenen bilgi sistemleri ya nesnel evren düzenleri yada kimsel toplum dizgeleri oluştururlar. Bunlar maddi ve manevi sorunlar, nedensel ve amaçsal olanaklar ve görecel ve salt alanlar oluştururlar. Bunlarla  da iki gurup bilgi sistemleri oluşturur. Birincisi evren ilimleri  ile insan ilimleri. Dil ve matematik  temelli FKB (fizik, kimya, bioloji) gurubu. Diğeri  düşünce ve mantık temelli  PSL (Psikoloji, sosyoloji, Linguistik) gurubu. İnsan ilimlerinin amaçsallığını evren ilimlerinin nedenselliği ile  nasıl uzlaştıracağız ? Çünkü ikisinden de vaz geçemeyiz. İlki tıb ilmi, ikincisi hukuk olarak insana hizmet ederler. Bu temel disiplinleri nasıl bağdaştıracağız ?
 
         Bilinen adlardan  ve belirtilen tanımlardan, bilinmeyen ilgiler ve örtülü ilişkiler nasıl çıkarılır ?  Akıl oyunları için bazı  yollar ve yöntemler vardır. Bu özgür ve özgün yolları ve özdeş ve örgün  yöntemleri nasıl  çıkarabiliriz ?
 
         Bilimsel araştırma ve geliştirme, nazari keşifler  (bulgu) ve ameli  icad (buluş) larla gerçekleştirilir. Bulgu ve buluşa götürecek olan izin ve telif  ve inşa ve tasnif yolları nelerdir ?
 
         Bilimlerin düzenlenmesi, denetlenmesi, dengelenmesi, bağdaştırılması, bölümlenmesi v.b. sorunlar “öğrenmeyi öğrenme” yi gerektirirler. Öğrenme üzerine olan sorular ki, nasıl öğreniyoruz ? neden bilgileniyoruz ? niçin tanıyoruz ? öz-ne, ne-s-ne, kim-se ne-dir ? sorular üzerine sorular,  “ne- ne- dir ?”e kadar uzatılabilir.
 
 
         Daha uç sorular; adın ve tanımın kökeni nedir ? Öğrenme ve bilgilenmenin temeli  nerelerdedir ? Merak ve sorunun kaynağı nedir ? özdeşlik ve özgürlük’ün özü ne dir ? öz’ün kökü nedir ?  eşitlik ve egemenlik’in temeli nedir ? Bu temel ne’ye dayanıyor ?  Bunlara yanıt arayanları “Eli boş gönlü hoş fildişi kulelerinde keyif sürenler” diye düşünebiliriz.  Fakat felsefeciler de “Bırakın bize  bu ömür törpülerini,  bari siz rahatınızı  bozmayın!”  diye karşılık verebilirler.
 
         Gerçekten köken koymak  ve temel bulmak, öze ve dayanağa inmek,  felsefe ve hikmetin konusu. Felsefe ve hikmet, ataları DİN’den aldıkları dersle insan düşüncesini dinlerler  ve evrenin dilini, incelerler. Böylece “ana disiplinleri” oluştururlar.   Bilim, gerek HAKİK gerekse HUKUK  olarak, hem  kurumsal disiplinlerde  hem  uygulamalı fenlerde, HAK sorusuyla, kök ve temel sorunuyla  uğraşmaz. Bilim, bireyin  toplumla uyum ilişkilerinde yada toplumun evrenle olan alışverişinde  çıkan soru ve sorunlarla uğraşır. Bilim adamları, deneme ve yanılmalarla gerçekleştirilen arayışlarda,  araştırma ve geliştirmelerle yapılan  sorgulamalarında ortaya çıkan bulgu ve buluşlarla ilgilenir. Ve bu iş bir nevi “ciddi oyun”a benzer.
 
         Oyunlar nasıl çoçuğu hayata hazırlarsa, bir nevi akıl oyunları olan san’at ve hikmette, toplumun ciddi hayatta hatta hayatlara hazırlanmasının kapısıdır. Oyun, gerçeklik değil onun kopyesidir. Bu kapıdan ağır olan dünya ve ahirete hazırlanmak gerçekleşebilir. Buradan alınan umutlarla,  bu önemli olmayan yeteneklerden, ciddi olmayan olanaklardan , rizikosu olmayan olasılıklardan, sorumluluk yüklemeyen ideal deneylerden, bu   hoş ve güzel fantezilerden gerçekleri çıkartır, başarıları  gerçekleştiririz.  Hayaller hikayeye, hikayeler hakikate, hakikatlerde “Hak”ka götürür. Standardlar, doğmalar, paradiğmalar ve evrimlerle;  patentler, yenilikler, değişimler  ve dönüşümler  geliştirilir. Böylece insan, dünya verisinden bilim ve bilgi yani teknoloji (umran) ve ideoloji (hars)  çıkarır. Teknoloji bilgiyi, bulguya ve buluşa çevirir. Ülkelerin  (ulusların) iktisat (bilim)  ve adalet (hukuk)  sistemleri ise bu bilgi ve aygıtları,  sosyal değere dönüştürür,  ekonomik birime çevirir  ve politik hedefte kullanır. Bu süreçle  toplumun koruması ve bireyin katkısı ise ideoloji ve teknolojisi ile  uygarlık oluşur ve gelişir. Böylece ideoloji  ve teknoloji ile , hem  gücün ve çıkarın kaynağı  haline getirilir hem de bilgi kamunun yararına sunulur, insanlığın hizmetine sokulur. Bir taraftan savaş olur, bir taraftan barış olur.  O zaman  hemen felsefece bir soru gelir: nasılına bir açıklama getirdiğimiz bu uygarlık nedir, bu medeniyet neden v e niçin vardır ?
 
         Ara sorulardan uç sorulara kadar hepsi, merak hocasının asistanı olan sual/mesele soru/sorun zor/yusr  zorlu/cezr hepzi zaruriyat-ı akliye’den kaynaklanırlar. Bunların denetimine ilişkin biçimsel konular da hepsi “ öğrenmeyi öğrenme”yi  bekleyen bir beyin takımını  oluştururlar. Bu beyin takımındaki bir yapısal sakatlık yada işlevsel bozukluk bütün görüş ve tutum dizinimizi ve yaşantı ve davranış sistemimizi etkileyecektir.
 
         İnsan uygarlığı,  bilim ve bilimsel düşüncenin  “okuma ve yazma” sında, düne nazaran,  bugün hayli gelişmiş  durumdadır. Ama şu anda karşılaştırma yapacak başka bir uygarlık tanımıyoruz. Ancak doğaya nazaran çok ilkel durumdayız. Ama dinamik bir ilerleme sürecindeyiz. Bu ilerleme de somut ve somut gerçekliğin okumada  matematik (aritmetik ve geometri) ve lojik (sentaks ve semantik) kullanılmaktadır. Riyazi hesab ve hendese ile mantıki beyan ve maan birbirinden ayrı görünsede son tahlilde Riyazet mantığa indirgenir.
 
          Mantıktan Matematik çıkmışsa, matematikten de  Computer çıkmıştır. Kompütür,  bir tür belge compte ve veri counte eden demektir. Bu çağdaş makine, daha bilgiyi tanımaz. Sadece belge haline getirdiğimiz yana alfabetik ve desimal karakterleri, dönüştürdüğümüz  binarik (ikili)  kodlara tanır. Narın (gücün/enerjinin)  altı ve eksi yükü donanımda  ile nurun (bilgi/enformasyonun)  doğru ve yanlış değerleri yazılımda toplanır. Cesedin  damar donanımı   ve sinir yazılımı gibi bu nar ve nuru  makine tümleyen insanlık şu anda bilgiyi tanıyan ve sayan makine yapamamıştır. Sadece ışık hızlı ZEKAYA atomik hacimli hafızaya  sahip, belge halindeki bilgileri işleyen  BELGESAYAR’ımız. Ancak şu kesin ki bu ikinci kuşak makine bizim,  riyazi ve mantiki gücümüzü   artırmıştır. Birinci kuşak otomatların (makinenin)   kas ve beceri yükümüzü üzerimizden alması gibi ikinci kuşak otomatlar (belgesayar)  da çıkarım yapma  ve veri saklama  gücümüz üzerindeki,  dünyanın yükünü hafifletmiş görünmektedir. Hedefte üçüncü kuşak otomatlar olan bilgi tanıyan ve komut verebilen robotlar ve bilgi bankaları  bulunmaktadır. Bunlar her halde “öğrenmeyi öğrenen” makineler olacaktır.
 
         Bu birinci ve ikinci kuşak makinelerle  İşlerimizi daha kolay, daha çabuk ve daha ucuz görüyoruz. Her halde bu sayıları artarak çoğalan çağdaş insanlarımız ve giderek karmaşıklaşan yaşlı uygarlığımız için gerekliydi.. Elbette bu otomatlaşmanın ve  makineleşmenin bedelini tembellik (bencillik)  ve sevgisizlik  (benlik) olarak  ödüyoruz. Bunun için ekonomik büyümemiz ve teknik gelişmemiz kararlı değildir Keza  küresel uygarlığımız ve bölgesel dengelerimiz rizikolu bir haldedir. Acaba üçüncü kuşak makinelerde ne olacak ? giderek insanlaşan makinalar ve yada tersine giderek makineleşen insanların olduğu bir dünya nasıl olacak ? Bu konuda (the matrix)  webimde 70 sayfalık yazı-yorum var. (7)
        
         Kanımca bir bilgi sorunu ile karşı karşıyayız. sorunun temelinde, erdemden yoksun  bilginin yada bilgiden mahrum erdem yatmaktadır. Bilim ve eğitimin  yararlı duruma getirilmemesi için, bilgi ve erdem dengesi kurulmalıdır..  Bilginin edinilmesi değil, bilginin kurulması ve kullanılması sorundur bugün..  Buluşların artırılması ve düzenlenmesi, bulguların kolaylaştırılması ve dizgeleştirilmesi olarak bir sistem halinde  yığın yığın bilgi üretilmesi artık sorun olmaya başladı. Birbirinden kopuk bilgiler öğretiliyor. Gereksiz verileri doldurup, tartışmasız bilgi ediniyoruz. Eleme ve süzme ölçütleri bulmadan seçiyor, bakma ve izleme kriterleri olmadan görüyoruz. Okul yasaklar merkezi ve tek-tipler odağı oldu. Örtünmek yada süslenmek yasak, eleştirinin yerini ek kurslar, tartışmanın yerini test merkezleri almıştır. Hedefte  bilgi ve fazilette yarışan öğrenciler yok üzerine  para yatırılan atlar var . Dinleyici olarak katıldığım öğrenmeyi öğrenme sempozyumunda aydınlar ve yazalar okulun işlevinin bittiğini ifade ediyor, bir felsefeci de okulun bir canavara dönüştüğünü söylüyorlardı.. nedenselliğe inanmış ve cumhuriyete adanmış köleler yetiştirilmek isteniyor. Üniversitede Özgünlük ve özgürlük budanıyor. Gençlik ise çareyi ideal bir insan olmakta değil, başkalarınca hazırlanmış ideallere, hazır ideolojilere sığınmakta buluyor. Özgün ve özgün düşüncenin yolunu kaybetmişler. Ulusumuz, yolunu, yönünü ve gününü seçmek özerkliğinden yoksun bırakılmış. İnsanlar sadece ticaretin tüketicisi  ve sanayin işçisi haline getirilen bir siyasetle  yetiştiriliyor. Bütün bunlar insana ilişkin bilgiyle “insan mühendisliği” ile oluyor. Reklamın hedef kitlesi ve propagandanın maniple kütlesi oldu insan. Gözünü kamaştıran heva, hüdasının perdesi artık. Şu belli ki beynimiz bedenimize mahkum makine. Nedendir bilmem otomatları (makineleri) beyne kavuşturmak için çırpınıp duruyoruz.  İnsanlar giderek makineleşiyor, makineler giderek   insanlaşıyor. Bilginin kaynağı dinleri gücün hedefi olan ideolojiye dönüştürüyoruz, Toplumsal desteği ve teknolojik gücü arkasına alan ideolojileri de  tek tip insan yetiştiren dinler  haline getiriyoruz. Böylece dinler çoğalıyor, ideojiler tekleşiyor. Bunun sorumlusu da bilgi! Özgürce yön verilememiş öğrenmek! Denetimi yitiren uygarlık kötülük kaynağı oluyor  ve gelişigüzel ilerleyen  insanlık büyük bir sorumluluğu üzerine alıyor demektir. Böyle bir uygarlığın öğesi ve şöyle bir uygarlığın üyesi olmak kişi  ürpertiyor.  
 
         Eskiden bilgi üretmek bir sorundu, bu sorun çözüldü. Ama şimdi bu çözüm sorun olmaya başladı artık. Öğrenmeyi öğrenme ile çözümü artırmak, aslında sorunu artırmak anlamına gelir. Dünyada bilgiden doğan bir güç varsa, merkezleri çoğaltarak yeni güçler ortaya çıkarmak, meydanı güçlerin savaş alanı haline getirmekten başka ne işe yarayacaktır ?. Bu susuzluğu gidermek için deniz suyu içmeye benzer. Tuzuyla susuzluğumuz artırır.
 
         Bilgi sorunun çözümü  bilgilenmede değil, bir yapı ve işlev  olarak bilgilenmenin özünü ve görevini  görmeye bağlı artık. Aksi halde   “öğrenmeyi öğreterek”, insanları bulgu ve buluş “makinesi” halinde  getirmek sorunu çözmez. Onların sol  düşünmesini  ve nesnel bilgilenmesini ilerleterek  “kör” teknoloji ve “boş” ideolojiye katkıda bulunacak  küresel güçlere hizmet eden köleler haline getirmek sorunu artırmak demek değimlidir ? Bunun  yerine , öğrenmeyi;  insanı yücelten ülkü ve ilkelere aramanın aracı haline getirmeyi, sağ düşünmeyi ve öznel bilgilenmeyi geliştirerek, bilimi sağlam ve düzgün  akıl yürüten yol ve doğruyu ve gerçeği aratan  yöntem kapısı haline getirmek gerekir. Aksi halde sadece öğrenmeyi öğrenmek bilim,  güçe hizmet eden erdemden yoksun saf teorik bir etkinlik haline getirmez mi ? O zaman   sol görü ve sağ duyuyu  ikisini birbiriyle dengeleyerek tüm güzelliği ve tam iyiliği aramak daha  iyi olmaz mı?.. Bu yukarıda anlatılan öğrenmenin üçüncü aşamasıdır. Fakat sorunun kökü, ikinci aşama olan  düşünmenin (öğrenmeyi öğrenmenin) nasıl üçüncü aşama olan konuşmaya (içten özgür insan,  konuşan öğrenci ve dinleyen   öğretici, araştıran ve tartışan yurttaş ) haline getirileceğidir. Nasıl olur da insan içten bir sevgi ve özgür bir bilgiye sahip olabilir ? Soru bu. Sorun da bu işin yolu ve yöntemi nedir ? diye koyabiliriz..
 
         İçimizde bazı sesler; kendimizi,  kültürümüzü ve bölgemizi korumak için güçlenmeye mecburuz itirazını yükseltebilirler. Bunun için bilgimizi çoğaltmak zorundayız. Bu nedenle öğrenmeyi öğreterek, öğretmen gereksinimini azaltarak, her öğrenciyi öğrenici yaparak teknolojimizi ilerletmek, ekonomimizi büyütmek hatta ideolojimizi egemen kılmakla yükümlüyüz. Diyebilirler. Bende derim ki zaten gündem bu. İhtiyaç varsa, istek susar. Miden açsa ekmek bulursun, düşman saldırırsa sopa ararsın.  Ama bu ekonomik ve askeri yarışta güç kazansak bile, gücü yoksulun önünü kesmede, bilgisizin özgürlüğünü almada kullanmayacağımızdan nasıl emin olabiliriz ? Hem  sizin bir kısmınız  savaşmaya koşarsa, bir kısmınız da bilgilenmek için çalışsın buyruğunu nasıl tutucağız. Zaten güç, düşü korumak için verilmiş ve bu hedefe ulaştıracak işin  yolu da gösterilmiş. Bu yol her insanı  üretici ve çalışıcı hale getirmek ve “iş-çi” yapmaktır. (8)
 
         Düşünmek (öğrenmeyi öğrenme) konusunda söylediklerimi özetlemek istiyorum: Düşünmek (öğreti) ,  düşünceden (veri) düşünce (bilgi) üretmek anlamına gelir. Başka bir anlatımla (bilinen) bilgiden  (bilinmeyen) bilgi türetmek  demektir. Bilgilenme ve öğrenme Tasar (ilim) yapmak ve karar (hüküm)  vermektir. Bunların kaynağı kurgulamak (vehm etmek ve farz etmek) tir. Bu  iki işte, Tahayyül etmek (imgelemek)   ve Müşahede etmek (gözlemlemek) ayrı, bu   tasarları  önermek (tasavvur etmek) ve bu kararları onamak (tasdik etmek) ayrıdır.. Kuram (emeliyya) ve edim (amaliyya) ile kainattan  (tabiat ve tarih)  toplumsal düzenler ve kitabdan (hikmet ve dinden) toplumsal dizgeler çıkarmak, önerilen ve onanan bilgiyi düzenlemek ve uygulamaktır. Bu mukayeseli takdir , tasnif, tanzim ve tatbik ile kurgu (meal) ve kılgı (ceal) ile,  yaşantının deneyimi ve deneyimin yanılması ile,  öğrendiklerini sürekli araştırarak değiştirmek, düzeltmek ve geliştirmekle kişisel, kamusal ve toplumsal ilerlemeler gerçekleştirilmekte.. Elbette düşüncenin  (öğrenmenin) sağlam genişlemesi  ve düşüncenin düzgün yükselmesi  insanı ilerleten ve ufkunu yücelten bir seyir izler. Biz bu tezi ortaya attık ama hemen  “doğru” “sağlam”lığın temelleri, bu “gerçek” “düzgün”lüğün ilkeleri nedir? Diye  de bir soru gelecektir. Kısaca, “muaraza  eden akıl ve nakli bağdaştıran bir TEORİ, tearuz eden ücret ile hizmeti uyumlaştıran  PRATİK”  derim.  Bu uzlaşma ve barışı sağlamayan bir savaş yüce bir savaş değildir. Adil bir dövüş değil , belki adi bir sövüştür. Bizden birisinin “sizden birisi bir şey yaptığı zaman sağlam ve düzgün yapsın” buyruğuna uyması lazım. Dürüst olması ve iyiliksever bulunması yetmez. Üretimini gücüne dayandırmalı ribaya  bulaşmamalı, helal olsun. . Kaliteli yapmalı feyzini görmeli. Bereket bulsun.
 
         Öğrenmeyi öğrenmek, zaten ömür boyu arayan, yatıp kalktıkça düşünen, araştırmasında ciddi olan ve işine önem veren, üretimine özen gösteren kişilerin doğal olarak yaşadıkları hayatın bir fonksiyonudur. Mesleklerini en iyi yaparak toplumsal üretime  katılanlara,  bulundukları gibi mesleklerini ileri götürerek sınıfına ve mesleğine yaptıkları bulgu ve buluşlarla katkıda bulunan insanlar, neyi nerede arayacaklarını akıllarına , neyi nerede bulacakları gönüllerine açılır. Bu din ve kültür farkı olmadan her insan için geçerlidir. Çalışan-lar kazanır-lar. Bir yaratılış yasasıdır. Yeter ki girişimciler ekiplerini kursunlar ve çalışanlarda başkanlarını bulsunlar. İnsanlık türünün önder ve öncüleri her meslek ve sanatta öğrencilerini yetiştirmişler ve öğretmenliklerini yapmışlardır. Bir numaralı Üstad-ı Azam’ın Evrensel Kitabı ortada Belgesel Sünneti ile “Hayatı” ortada iken genel çizgi için başka model aramak abestir. O Üstad ki dünya işini bize bırakmış. Hem dünyevi ve uhrevi her mesleğin ve meşrebin  özgün imamı, her fennin ve ilmin özel hocası da bellidir. Fizikçiysen Einstein’i geçmeye, felsefeciysen Kant’ı aşmaya çalış gerçeği yenile.. İlim imamlara uy, amelde kutupları izle.. doğruyu yinele.. Artık mezheplerin doktrinler  ihtilafıyla ve hiziblerin partiler mücadelesiyle tarih ve tabiatın çarkları muntazaman işlediğine göre bize düşen bu münazara ve müzakereye sağlam ve düzgün bir şekilde katılmaktır. Ne o öyle sanki yeni bir şeymiş gibi “öğrenmeyi öğrenme” diye bir gündem çıkarıyoruz. Bu zaten yaptığımız bir şey. Öğrenmeyi öğrenmekle sanki  “Ben şimdi uşağımı terliğimi getir dersem, nesir mi söylemiş oluyorum”  diye budala zengin oluyoruz. Ama yine de öğrenmek istersen kişisel gelişimcilerin kapısını çal.. yararlı olur.. Bernad Shaw demiş ki :Hasta olursan doktara git, zira  onun yaşaması lazım. Verilen ilaçları al, eczacının da yaşama lazım. Ama ilaçları sakın kullanma; çünkü seninde yaşaman lazım. Öğrenmeyi başkasından öğrenebilirsin ama bunu yaptın mı da kendini köreltirsin. Çünkü ne yapman gerektiğini en iyi sen bilirsin! Ama biz gene de boş durmadık aşağıda “düşünmenin okuma yazması” diye bir başlık attık.
 
         İnsanı teknolojiye işçi (köle) eden öğrenmeyi öğrenmek işini yermek, insanların akıllarını kullanmalarını öğretmek, hatta okuma ve yazma gibi şeylerle akıllarını kısıtlamak, hatta belli mezheb ve hizbin kalıbına sokarak istidatlarını köreltmek ile suçlamak; “Bırakınız insanlar cahil kalsın, bırakınız insanlar ümmi olsun” anlamana gelmez. Toplumu,  önemsemek uğruna  bireyin değerini  unutmayalım diyorum. Okuma ve yazmayı öğretmeyi öne alarak insanın bilgilenme  özgünlüğünü almayalım demek istiyorum.  Gerçekliği öğreteceğim diye  kişinin özgürlüğünü  göz ardı etmemeyi diliyorum. Burayı ve dünyayı  gündem sokarken  öteyi ve dini  unutturmamayı umuyorum. Geçici dünyayı imar edereken kalıcı ukbayı  köreltmemeyi savunuyorum.
 

GİRİŞ