T.Fikretten M.Akife
N.Hikmetten N.Fazıla
A. Nesinden Y.B.Bakilere Solda Saga
Her şeye yeniden
GirişiYORUZ..
Bir elimize SIYAHI bir elimize BEYAZI aliyoruz..
Her şeye yeniden
BaşlıYORUZ..
Siyah ve Beyaz elimizde ve dilimizde değil düşumuzde.. dilimizde olan flu ve bulanik.. elimizde olan siyah ve beyaz gorunse bile Ger-Çek GRİ'dir. Grivitasyon etkisidir.
Suretin levni ile şeklin sibgasini fark ettiğiniz de bunu da ayirt edeceksiniz. Bilginin maznunu ve sevginin mahkumu bizler bilimin esiri ve dinin kölesiyiz.. lâkin Tanrı'nın kulu olmakta öyle kolay değil.. ancak yürünecek başka bir yol.. öykünecek başka bir mit.. gidilecek başka bir kapı dahi bulunmuyor. Sevginin dibi ve bilginin derini olan İLGİ'nin liginde top koşturacağız.. logos'un kalesine golumuzu atacacağız.. ancak bu google bilgi indirmekle başarılacak bir iş değil.. Yapay Zeka ile çözülecek bir sorun.. başkasının açıklamasıyla çözümlenecek bir konu değildir.. bu soruyu ancak sen yanıtlayabilirsin... Osmanziya 29.09.2025 00:25
O'ndan geldik.. O'na döneceğiz.
Rabbimiz gani gani rahmet ede.. mekanını cennet ve makamını âli ede.. bize ve sevenlere sabrı cemil vere.. 1980 lerde Kültür Bakanlığını geçtiğimde.. Yahya Akengin.. Rahmetli Mehmet DOĞAN.. ve arkadaşlarıyla birlikte rahmetli Yavuz Bülen Bakiler Sohbetleriyle tanışmıştık.
İbrahim DÖNMEZ Kardeşim paylaştı:
YAVUZ BÜLENT'İ NASIL BİLİRİM?
Cenaze namazında imam:
"Bu kişiyi iyi bilirdiniz değil mi?" diye sormaz.
Ya nasıl sorar?
"Bu kişiyi nasıl bilirdiniz?"
Yani "iyi" demenin de kapısı açıktır,
"Kötü bilirdik" demenin de...
Yavuz Bülent Bakiler dünyasını değiştirmiş.
Cenaze namazında olsaydım "Yavuz Bülenti nasıl bilirdiniz?" sorusuna şöyle yanıtlardım:
"Atatürk düşmanı idi
Cumhuriyet karşıtı idi,
Türkçe düşmanı, Arapça dostu idi,
MHP'ye girdi Türkeş'e dil uzattı,
MHP'den ayrıldı Muhsin Yazıcıoğlu'na dil uzattı,
Çıkar karşılığı Fetöcü oldu."
Yerin göğün Yaratıcısı Yavuz Bülent'i Fetullah'a komşu eylesin, mahşer günü beraber yargılansınlar.
Alper Aksoy
dedim ki: insan olmadan islam olmaz.. insan islam olmada kurtulmaz.. ölünce yargilamalar biter.. iyisi kotusu mahkemeyi kubraya kalir. Kendimiz dahil onun sonucunu da bilmez.
Benim ÖLÇÜM
ne sag ne sol..
ne Bediuzzaman ne Ataturk..
ne Arapça ne Turkçe..
ne reto ne feto..
Davasinda samimi ve ciddi olmuşsa insandir.. HAMD'ın Yaratan bilir.
Duasinda samimiyeti safi ve ciddiyetinde hasbi olmuşsa islamdir. HÜDA'sinı Yaradan bilir.
İNSAN tahar ise DUNYADA rahata erer..
ISLAM salih ise AHIRETTE halas bulur.
HALIS olup olmadigi da MAHKEMEYI KUBRADA belli olur.
osmanziya
İbrahim Dönmez Kardeşim dedi:
yanlış bilgiler aktarıp yeni nesillere doğru bilgiler sunmak gerekir. Birilerine yaranacağım diye yanlış aktarımlar yapmak ve binlerce kişinin izlediği TV'de konuşmak yanlışı aktarmak halis insan işi değil kıymetli hocam.
Selamlar sevgiler saygılar
dedim ki:
Bilmukabele Değerli Kardeşim.. her biriminizin ürünü oranında onuru.. yıkımı kadar sorumluluğu olur. Elimizin felç olduğunda nasıl çalıştığını gördüğümüzde bunu anlarız. Sallanan ve titreşen bir el.. sağlam ve sağlıklı çalışan bir kolun aynasıdır. Bunun gibi toplumda biri yıktığını biri yapar.. birinin yaptığını biri yıkar. Bize düşen sözün taşıdığı bilgi ve değerin sağlam ve sağlıklı bulunmasına duyarlık göstermektir. Sağlık ve huzur ve başarılar dilerim.
osmanziya
Mevlut YAMAN kardeşim dedi:
HATIRALAR:
Yavuz Bülent BAKİLER:
Hocanın elini öpüp İstanbul’dan ayrıldım. Ben Kastamonu’ya döndükten bir süre sonra, tekkeler ve türbeler kapatıldı.
Esad Efendinin dedikleri bir bir çıkmaya başladı. Dindarlar göz hapsine alındı. Kur’an kursları yasaklandı. 1928 yılında Harf inkılabı ilan edilince, biz Kastamonu’da iki dehşetli hadiseyle karşı karşıya kaldık:
Vali tellal bağırttırdı:
“Ey ahali! Bundan sonra hiç kimse Arap alfabesiyle okuyup-yazmayacak!
Arap alfabesi yasaklanmıştır. Kimin evinde eski Türkçeyle yazılı kitap varsa getirip vilayete teslim etsin! Evlerinde, dükkânlarında eski Türkçe eser bulunduranlar şiddetle cezalandırılacaktır!
Duyduk duymadık demeyin haaa!”
Halk korku içindeydi. Bazı kimseler, evlerindeki eski Türkçe kitapları, bahçelerinin bir tarafına gömdüler. Bazı kimseler, o kitapların değerine bakmadan götürüp sulara attılar. Bazı kimseler de getirip vilayetteki yetkililere teslim ettiler.(Moğol baskınları ile yakıp yıkılan nice değerli kütüphanelerimizin hikayesi ciğerlerimizi dağlarken o günün şartlarındaki uygulamaya ne demeli)
Gözlerimle gördüğüm dehşetli bir hadiseyi hiç unutamıyorum:
Hacı Kadı Camiinin (Ferhat Paşa Camii) kitaplığında, binlerce kitap vardı ki hepsi de eski harflerle yazılıydı. O kitaplar arasında el yazması çok kıymetli eserler, salnameler, cönkler, divanlar, padişah fermanları, ilim ve fen kitapları da bulunuyordu. Bir gün o eserlerin hepsini, belediyenin gübür (çöp) arabalarına abur-cubur yığarak şehrin dışına çıkardılar ve orada hepsini birden cayır cayır yaktılar. Dersaadetten gelen padişah fermanları, gümüş çerçeveliydi.
Kitap yangınına o gümüş çerçeveli fermanlar da atıldı. Halk üzerinde öyle büyük bir korku vardı ki, oradaki vazifelilerden hiçbiri, cesaret edip de o gümüş çerçeveleri olsun alamadı. Kastamonu, sanki yunan işgaline uğramıştı.
Artık, Kur’an okumak da, okutturmak da suç sayılıyordu.
Sokaklarda zaman zaman şöyle manzaralarla karşılaşıyorduk:
Bekçiler veya jandarmalar önünde bir cami imamı görüyorduk.
Adamın elleri kelepçeli olurdu. Bazen de bilekleri bir dana ipiyle bağlanırdı. Koltuğunun altında suç unsuru olan bir Kur’an-ı Kerim bulunurdu. İmamın yanında da 8-10 yaşlarında üç beş çocuk yürürdü. Adamın suçu: Çocuklara Kur’an okumayı öğretmekti.
Bu kitap yakma işinden sonra sıra vakıf eseri olan camilerimizin satışına geldi.
Diyeceksiniz ki, “vakıf eseri hiç satılır mı? Vakfeden kişilerin maksatları dışında kullanılır mı?” Devir, başka devir beyefendi! Memlekette muhalefet yok!
Muhaliflerin kafaları koparılıyor! Muhalifler zindanlara atılıyor! Padişahlık kaldırılmış ama herkes bir padişah gibi!
Kastamonu’da yaşadığım dehşet verici ikinci hadise vakıf eseri olan camilerimizin satılması oldu .
1930’lu yıllarda şehrin içinde 42 veya 44 camimiz vardı.
Devrin valisi, bu camilerden 33’ünü satışa çıkardı. Satışı istenen camiler arasında, bizim Yılanlı Camimiz de vardı. Onu, belki üç yüz sene önce, benim dedelerim hayır için yaptırmışlar ve halkın ibadetine cami olarak vakfetmişlerdi. Şimdi o yetkili geliyor, sanki Yılanlı Camii kendi babasının tapulu malıymış gibi, onu satışa çıkarıyordu, iyi mi?
Biz kendi camimizi devletten, o zamanın parasıyla beş bin liraya yeniden satın aldık ama onun cami özelliğini katiyen bozmadık. Onu yine cami olarak halkın ibadetine açık tuttuk. Satılan otuz üç camiden, bu gün sadece üç tanesi ayaktadır: Biri bizim Yılanlı Camimizdir. Diğer ikisiyse: Karanlık Camiyle, Keskin Efendi Camii!
Diyeceksiniz ki öteki camiler ne oldu? Onlar, yeni sahipleri tarafından yıkıldılar. Yerlerine ya ev yapıldı ya dükkân ya bahçe!
Şimdi burada belirteceğim önemli bir husus var:
Ben, ömrüm boyunca, çeşitli tecellilere şahit oldum. Vakıf eseri o otuz camiyi devletten satın alarak yıktıranların hepsi de perişan oldular.
Vallahi billahi onlardan kimisi iflas etti. Kimisi, amansız hastalıkların pençesinde inleye inleye öldü. Kimisi zürriyetsiz kaldı. Zamanla dilenenleri bile gördüm. Kimisi de paraya pula rağmen huzurunu kaybetti. Bir lokma ekmeği, ağız tadıyla yiyemedi.
O 1930’lu yıllardı, halk, korkusundan Cuma namazlarına bile gelemiyordu.
Hazin hatıralarımdan biri de şudur: Ben, bizim Yılanlı Camimizde müezzinlik yapıyordum.
Camimizin bir de imamı vardı. Vakit namazların genellikle ikimiz kılardık. Ama Cuma namazı için en az üç kişi olmak lazım!
Cuma vakti girince kalkıp ezan okuyordum. Görüyordum ki üçüncü kişi yok. Kapının önüne çıkıp gelene gidene yalvarıyordum. “Yahu biriniz Allah rızası için gelin de cemaat olup Cuma namazını kılalım!” diyordum.
Halk ürküyor, omuz silkip geçiyordu.
Kastamonu bir gâvur işgaline uğramış olsaydı, halk bu zulme karşı direnirdi. Ama kendi yöneticilerinin zulmü önünde kan kusuyor, “kızılcık şerbeti içtim!” diyordu.
El yazması eserlerimiz, kitaplarımız yakıldıktan, camilerimiz satıldıktan sonra sıra kıymetli halılara ve antika eşyalara geldi.
Size hangisini anlatsam beyefendi? Musa Fakih veya Zihnizâde Camiinin çok güzel ve çok büyük bir halısı vardı.
Bütün Kastamonu, o halının vakti zamanında beş yüz altına alındığını bilirdi. İşte o güzelim halıyı bir gün, Zihnizade Camiinden alıp valinin makam odasına serdiler. İtiraz etmek kimin haddine düşmüş.
Halı, bir süre valinin ayakları altında kaldı. Sonra bir gün nasıl olduysa o nadide halı, vilayet konağından, hem de valinin makam odasından çalınıp gitti. 70-80 metrekare büyüklüğünde bir halıyı tek başına kim dürebilir, tek başına kim omuzlayabilir ve sonra hiç kimseye görünmeden vilayet konağından kim sıvışıp gidebilir?
Hiç kimse, o halının, bir gece yarısı, nasıl kanatlanıp uçtuğunu öğrenemedi!
Hiç kimse, o modern hırsızlık üzerine yürümek cesareti gösteremedi.
Kastamonu halkı “Bizim o antika halımız ne oldu?” diyemedi.
Zamanın Kastamonu valisi de o müthiş hırsızlık üzerinde hiç durmadı.
Sanki odasından, eski, günü geçmiş bir gazete parçası alınıp götürülmüş gibi bir tavır takındı. Polisler, eskici pazarlarında bir-iki dükkâna şöyle bir girip çıktılar, sonra onlar da işin peşini bıraktılar. Halının nerede, kimin evinde dürülü kaldığını çok iyi bildikleri halde oralara yanaşamadılar. Hatta çalınan halının çok yakınlarında nöbet tuttular. Hırsızlığa göz yumdular.
Ah biz ne günler yaşadık beyefehndi!
Rabbim, milletimize ve devletimize o karanlık günleri bir daha göstermesin!”
Yavuz Bülent Bakiler
Değerli büyüğümüzü iyi bilirdik. Allah'tan rahmet Ailesine ve sevenlerine sabırlar diliyorum.. mekanı cennet olsun.
Başta siyonistler olmak üzere Doğu ve Batı Dünyası bizim Anadolu'da Kalmamızı istemiyorlar, bunun için ihtilâflarımızı sürekli gündemde tutarak, ufak kıvılcımları yangına çevirmek için ha bire körük çekiyorlar.. Mevlüt Yaman
https://www.facebook.com/ismailaga.cemaatim/videos/886768231736409/
Mevlut YAMAN
dedim ki:
Bey Kardeşim, değerlendirmeniz için teşekkür ederim. Olumsuz değerlendirme yapan İbrahim Dönmez Bey Kardeşime yazdığımı burada biraz daha ayrıntılı olarak yazmak istiyorum: Her biriminizin ürünü oranında onuru.. yıkımı kadar sorumluluğu olur. Elimizin felç olduğunda nasıl çalıştığını gördüğümüzde bunu anlarız. Sallanan ve titreşen bir el.. sağlam ve sağlıklı çalışan bir kolun aynasıdır. SAĞLAM bir kolun "sinir" tarafından yönlendirilmesi beyince emrindeki omur ilikten kola ve bileğe ve ele gelen onlarca.. yüzlerce ve binlerce AKSİ YÖNDE gelen komutların sağlıklı yönlendirilmesi ile ortaya çıkar. Yaşam yaşatmaya yönelen ve öldürmeye yönelen pek çok yasanın dengesiyle mümkün olur. Hatta yaşamdan önce ölüm.. maddeden evvel karanlık madde.. enerjiden akdem karanlık enerji devrede olup bu "karanlık"ların ne olduğunu da henüz bilmiyoruz. Bunun gibi toplumda biri yıktığını biri yapar.. birinin yaptığını biri yıkar. Hatta bir hadiste asrı saadetin günlük güneşlik gününde herkes Rasulullah ile sermest bir halde iken buyurmuş.. kötü günler gelecek.. anlatmış.. bu da mı olacak demişler.. bunun daha kötüsü olacak.. şaşırmışlar.. bu da mı olacak.. ben daha kötüsünü haber vereyim.. şöyle şöyle olacak.. hadis tam aklımda değil.. fakat anlamı şu: önce islamın teorisi gidecek.. sonra pratiği gidecek.. sonra küfrün teorisi gelecek.. sonra küfrün pratiği.. aşama aşama gelecek.. evre evre gerçekleşecek. Yaratan'ın iyiliklerden kötülükler.. kötülüklerden iyilikler çıkaran MAKİNASI böyle çalışır. Bu ömrümüzde de böyledir.. ayet diyor ki sizin hoşuna giden şeyler olur.. bu sizin kötülüğünüzedir.. hoşunuza gitmeyen şeyler olur.. bu da sizin iyiliğinizedir.. Bu konuda son noktayı Enbiya35 koyar. Madem her nefis ölücü geçici ve gidiyor. Burada savaş ve barış içinde bir sınav ve yarış vardır. Neyin iyi (hayır) neyin kötü (şerr) bize dönünce anlayacaksınız. Şimdi bu durumda bize düşen böyle yuvarlak ve genel anlatımlarla değil somut ve belirli bir sözün taşıdığı bilgi ve değerin sağlam ve sağlıklı bulunmasına duyarlık göstermektir. Hatta öyle somut ve belirli sözler, haberler, propagandalar ve reklamlar bulunuyor ki bunu ancak ALAN bilgisi olan UZMAN kimselerin o sözü bizim anlayacağımız hale çevirmesiyle anlayabiliyoruz. Öyle ki Dış işleri bakanlığının anlattığını sağlık bakanı bilmez.. sağlık bakanının anlattığını maliye bakanı bilmez. Onlar bile uzmanlarından aldıkları bilgilerle yerinde kararlar verebilirler. Siyonist dediğiniz.. kim YAHUDİ milliyetcisi.. bir yunan milliyetçisinin.. bir rus milliyetçisinin.. bir türk milliyetcisinin.. bir islam milliyetçisinin.. KUVVETLİ olduğunda Siyonist dediklerimizin BU GÜN yaptıklarını yapmayacaklarımızdan emin olabilir miyiz ? Geçmiş tarihte bütün diller.. dinler.. kültürler; devlet kurduklarında ve KUVVET bulup uygarlık ortaya çıkardıklarında EKONOMİK ve POLİTİK çıkarları için birbirlerini katletmişlerdir. Savaş çıktığında barışta insanları hastaneye taşıyan devlet örgütü savaş makinesine dönüşür. Deprem çıktığın evini ayakta tutan yer.. yuvanı kayanın altında ezer.. sel geldiğinde hayat veren su seni öldürür.. tayfun olduğunda masum suçlu demeden bütün insanları havaya savurur. Demek ki doğal afetler gibi sosyal afetleri de anlayıp ondan zarar görmemenin yolunu açmaktır. İki yıl süren katliam bir sosyal afettir.. nedeni saptayıp bir daha olmasını önlemektir. Bu afete pek çok sebeb ve illet ve faktör ve aktör bulabilirsiniz fakat asıl çözüm; Gizli Dünya Devletinin AÇIK hale gelip Yeni ve Sağlıklı bir BİRLEŞMİŞ MİLLETLER kuralı gibi yaptırımı da bulunan hukuku oluşturmaktır.. diye düşünüyorum. Bu oluncaya kadar bizim yapmamız gereken de dil ve din ile emek ve özgürlük gibi ortak insanı değerlerin partiler ve ideolojiler tarafından alet edilip bayrak yapılmasına PRİM vermeden ilgi toplumu ve Hukuk Devleti ülküsünü ülkemizde egemen kılmaya çalışmaktır. Sağlık ve huzur ve başarılar dilerim. osmanziya
Y.B. Bakiler'in videosu:
https://www.facebook.com/ismailaga.cemaatim/videos/886768231736409
|