İNANMA
çünkü
Sandy
kasırgası ardında onlarca can kaybı, milyonlarca dolarlık hasar bıraktı ve
gitti.
Özellikle Facebook ve Twitter üzerinden hızla paylaşılan kasırga
fotoğraflarından bazıları ise görenleri o derece hayrete düşürdü ki "bu
gerçek mi?" sorusunu akıllara getirdi. İşte bu sorunun cevabını bulmak
için bir çalışma yapan BBC.com, sahte
fotoğrafları derledi. Okurlara da 5 maddede sahte fotoğrafları ayırt etmenin
püf noktalarını gösterdi.
1. Hislerinize güvenin
2. Fotoğrafta ışığa dikkat edin
3.Şunlara bakın: İnsanlar ne yapıyor, gökyüzü ve fotoğraf kalitesi
uyumlu mu?
4. Daha önce bu fotoğrafı gördünüz mü?
5. Eğer fotoğrafta köpek balığı varsa büyük ihtimalle
fotomontajdır!
Sonuç olarak:
"Foto-montajlarla kandırılıyoruz çünkü inanmak
istiyoruz."
İlginçtir insanın bilmesi için öğrenmesi ve buyurması için düşünmesi
gerekir
fakat bunları yapmadan öğrenmeye ve buyurmaya kalkar.
Keza inanması için savı kanıtlayan belirtilerin bulunması
gerekir fakat duyduğuna inanır ve gördüğüne kanar.
İşte sav ile kanıt, buyurma ile düşünce ve son olarak bilme ve
öğrenme arasında BÜYÜK BİR BOŞLUK bulunmasına rağmen insan aradakini büyük
bir maharetle yorumluyarak bilgilenmeden görüş sahibi olur.
Neden öğrenmeye, düşünmeye ve aramaya ihtiyaç duymuyoruz ?
Bunun yanıtı kolay olmamalı..
Beyefendi, sofrada sunulan hazır ziyafete konmak var insan niçin
bunun arka planındaki mutfak ile uğraşsın ?
Küçük Prens yararlı bir yazılım paketini hazır kullanmak varken
niçin pek çok zahmet gereken proglamlama dilini öğrenip kendi programını
kendisi yapsın ?
Kendisine verilen bir hazır para ile Hanımefendi gidip
elbisesini beğenip satın almak varken niçin para kazanma ya da elbise dikme
için uğraşsın ?
İşbölümü denilen bir şey var değil mi ? Herkes her şeyi yapmaz.
Herkes bir şeyi yapar ve bunu başkalarıyla paylaşır ve böyle herkesin her şey
yapması gerekmez.
Buda tamam.
Fakat herkesin yapması gereken "bir" şeyden başka
hepimizin yapması gereken başka "bir" şey daha olmalı…
Önce şuna dikkat ettiniz mi ?
"Herkes" ile "Hepimiz" arasında bir fark
olmalı.
Hepimizin yapması gereken bir şeylerin başında DİKKAT denilen
atı “dik” durmamak ya da “kat”ı elinde tutma çabasına katlanmak gelmektedir.
Dik-kat, yokuşu çıkmak kazar yorucu bir iştir.
Tamam "dikkat" denilen şey öyle dik bırakıldığı gibi
kalmaz.. hemen devrilir, kırılır, dağılır, dalgalanır. Psikoloji ilminin ilk
verilerinden biri "dikkat dalgalanmasıdır".
Şu meşhur KADIN resmini bilirsiniz.. kadın bir genç görünür bir
yaşlı görünür.. kadınların biricik derdinin gençlik ve yaşlılık olduğunu
bilen birisi bu resmi yapıvermiş dikkate, dikkat çekilsin diye.
Eğer erkekler için bir resim istenilseyedi acaba siz dikkati
hangi uçlar arasında dalgalandırırsınız?
Bu tür resimlerin ana mantalitesi şudur.. dikkat denilen görüş
bir obje bir fon arasında gidip gelecek. Dikkat dalgalanması resim örneğinde
erkekler için gösteren Freud'un meşhur resmidir. Ressam öyle yapmış bir
bakıyorsunuz Freud'un masum yüzü görünür bir bakıyorsunuz o yüz çıplak kadın
SURETİNE gelivermiş.. Oysa Freud öyle mazbut öyle mazbut bir adammış ki
beyninde seksten baka bir şey olmayan bilim adamı olmasına hayret edersiniz.
Yani bu da dikkatinizi dalgalandırıyor değil mi ?
İnsanın dikkatini yönelttiği nesneden dağıtan konular ya da
insanın dikkatini çektiği nesneden ayıran heyecanlandıran konular vardır:
Duygular.. bunların başında siyaset. Duyumlar.. bunların başında seks. Başkaca çekici istekler
ve dürtüler ile ve diğer çelici dilekler ve güdüler. Meşru
ya da gayri olsun ya da olmasın
bunlardan başka başkalarına
ilişkin bilgiler, düşünceler ve ilişkiler. ve başka dışından ve içinden seslenmeler.
Hem bütün ömrümde şunu öğrendim ki insan iki şey bilir onu da
karıştırır.
İnsan bir anda bütün bu iç ve dış sesleri ve seslenmeleri koordine ve kontrol edip karşılık vermesi
başlı başına bir mu'cizedir. Fakat o bunun farkında değil. Yani iç ve dış
seslerin ve seslenmelerin karmaşasına rağmen kararlı insan bütün bu dağınıklığa
bir son verir ve seçtiği bir hedef, öncelediği bir konu ve beğendiği bir nesne üzerinde
yoğunlaşır.. yani dikkatini TEKSİF eder.
Ne demek kesafet ?
Kesafet, bir türlü bir kesrettir.
Bu kesret ayrı bir sıklettir.
Bu sıklet değişik bir şiddettir.
Hadi birini daha
söyliyeyim dörtlü hatta beşli olsun:TEKRİR
KESAFET kavramanın benzerleri
tekrir, kesret, siklet, şiddet...
Kesafet kim’in tekriridir,
kesafet ne’yin kesretidir,
kesafet hangi nesnenin sıkletidir,
ve kesafet hangi kimsenin şiddetidir ?
Eğer bu soruların yanıtlarını bulursak insanı da bulabiliriz,
diye düşünüyorum.
Hay Allah.. unutuverdim bak.. sizlerin çoğunluğu bu OSMANLICA ve
ARAPÇA kelimeleri bilmez ve hatta sevmez.. bu atalarına düşman ve dininize
yabancı olduğunuzdan değil günlük dilin HAZIR kolaylığına ALIŞIK
olduğunuzdandır. Şimdi işiniz yokta gücünüze giden sözlüğe bakma
eylemini mi yapacaksınız bu adların
anlamına bakacaksınız. Sözlük
bilgisayarınızda hazır durduğu halde onu kullanmaya bile üşeniyorsak bunun
vebali elbette bizim değil.. bize hazıra alıştıranların.
Bakın bu konuyu bile sevidiniz size, içerikli malumat ve HAZIR
BİLGİLER vermeye yani sıralı ve birbiriyle bağlantılı anlatımlarla bir konuyu
bilmeyenlere bile öğretmeye dönük anlatım kullanmaya çalışıyorum. Bunu bir
tür başa kakma kabul etmeyin.. çünkü kendim de dahil olmak üzere geçerli olan bir gerçek var:
"Gücümüz alışkanlıklarımız ve seçimimiz de güvenimiz
kadardır."
Ancak alışkanlıkları gagalamak ve güveni kakalamak zorluğuna
katlanmazsak bir adım ileri gidemediğimiz gibi her gün bir adım geri gideriz.
İlerlemek için tek şart: Yararlı değişimin kapısını aralamak ve kişisel
gelişimin yapısına girmek ve geleceğimizin tapusunu almaktır.
Ey millet.. işimi gücümü bırakıp size yazı yazıyorsam.. bunu
gücümden dolayı yapmıyorum YAZMA alışkanlığımdan yapıyorum.
Şayet sizde bu yazıları okuyup tek satır bir eleştiri ya da soru
yazamıyorsanız.. bunu istemediğinizden değil OKUMA alışkanlığından
yapmamıyorsunuzdur.
Nazikçe gerekçenizde hazır.. benim yazma kapasitem yok ya da ne
yazdığını anlamıyorum..
Oysa bu doğru değil size bir hakaret yazılsaydı yazma
kapasiteniniz yirmi kat artacaktı. Günlük işinizi ilgilendiren ve para
kazandıran bir konu olsaydı anlayışınız on kat çoğalacaktı…
Çünkü bunlar öncelik isteyen, önem verilen ve dikkat gerektiren
konulardır. Dikkati anlatacaktım.. heyecanı anlatacaktım.. hadsi
anlatacaktım.. aksi anlatacaktım ve böylece size saygıdeğer CİDDİYET
hazretlerini tanıtacaktım.. amma şimdi tatlı baklava getirdiler.. dikkatimi
dağıttılar. Tatlı her zaman dikkatimi dağıtmıştır. Çünkü çoğu kimse gibi
tatlıyı severim.. zaten bu yüzden tatlı demişler.. ekşi ya da tuzlu ya da acı
dememişler.. gerçekten böyle mi ?
Eğer tatlı bir nesne verip buna acı deselerdi ve bunu sürekli
tekrar etseler ve ne zaman tatlı verip bu tatlı demeyi yineleselerdi ve bu iş
sürdürselerdi yani bizi koşullandırsalardı yani bize alıştırsalardı yani bize
öğretselerdi.. bir süre sonra o tatlı nesneye acı demeye başlardık.
Bu olgu bize şunu fark ettirdi ki gösterge-lenen bir değişken ile bu
değişkenin değeri arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Tatlı nesneye acı
adının verilmesi onu acı yapmaz. Bunun içindir ki
"İsimlerin
değişmesiyle gerçekler değişmez."
denilmiş.
Demek ki bir adlar ve bir de gerçekler var
ve dikkat bu ikisi arasında dalgalanır.
Koşullanmalar ve alıştırmalar ilerledikçe bu dalgalanma biter ve
gidip gelme sona erer o sözcüğün adını ve anlamını öğreniriz. Bu sözcük olur,
bilgi olur, belge olur, iş olur, işlem olur, eylem olur, beceri olur, görüş
olur, tutum olur ve sonunda meslek olur. Hasılı öğrenmelerimiz çok çeşitlidir. Amma özü
birdir: KOŞULLANMA
İnsan zihnini BEŞYÜZ KATLI bir pramit gibi düşünün.. ve bunu
canlandırabilmek için pramidin atası olan ÜÇGEN'in gözünüzün önüne getirin.
Somutlaştırmak isterseniz dağ’ı düşünün. İşte bu DİL dağın zirvesinden İRADE
tek başına yalnız oturur. Onun altındaki küçük bir kat mı diyim yoksam ikiyüz
ya da üçyüz elli bir kat mı diyim KARAR veremedim İLİM denilen öğrenme YERLEŞİR.
En alt katlarda dahi REFLEKSLER oturur. Böylece üç parçalı bir yapı elde
ederiz. Şimdi bu bölümlere çeşitli
adlar verebilirsiniz. Geçmişte bu çeşitliliğe nebati ruh, hayvani ve insanı
ruh diyorlardı. Şimdi ise üst beyin ve alt beyin diyorlar 
Neo-korteks denilen ÜST beyin öğrenilen yani koşullanılan ve alışılan bölgeyi ifade
ediyor. Limbik sistem yani kedi-köpek beyni ve birde repıtual Kompleks yani sürüngen beyni dedikleri kısımda ALT beni
ibare ediyor. Bu üç takımın 30 bin yılda evrildiğini ileri sürüyorlar.
Böylece insanı hayvana deviriyorlar.
Şimdi beşeri deneyimle (koşullanma) elde edilen üst beyne İLİM adını verdim, kalıtım ile
gelen alt beyne de REFLEKS dedim. İRADE’yi bunların kralı yaptım. Elbette bu
şablonlama çok genel bir balonlamadır. Bu anlatımın gerçeğini bu günün
beyincileri bile bilmiyor ki ben bileyim. Sadece meramım anlatmak için eski
ve yeni KURAMLARI kullanmaya çalışıyorum o kadar. Yoksa özel bir kuramım ve
geliştirilmiş bir modelim yok. Kesinleştirilmiş bir gerçeğim hiç yok.
Modellemede yöntembilimsel analizi kullanıyorum o kadar. Anlatımım da ortaya bir kuram koymuş ise bundan dahi haberim yoktur. Anlattıklarım
yerleşmiş beş altı psikoloji kuramlarının bir kaçına ilişkin yaklaşımlar
içerebilir. Ancak her aydının bunlardan birine yaslanan yönelimi olması ve
bunu araştırıp değiştirerek geliştirmesi önerilir.
Şimdi eksiden değil eskiden insanlar beyin yanında bir da KALB
denilen bilgi cihazı tanırlardı.. Dur dur.. bu eski değil eksi bir kuram ve
pozitif bilime karşın alternatif bir model de olabilir, her ne ise. Şimdi insan
yaşantı ve davranışlarını sinir sistemi ile dolaşım sistemi arasında yer alan
horonlara (hor-man, hor-an ve har-man
arasında hor-man’ı seçtim.. HORMON’u devre dışı bıraktım.. çünkü bu kuramlar
man’ı hor görüp har’a götürüyorlar) ve moranlara bağlıyor ve bu İNSAN
HARMANI’nı açıklamaya çalışıyorlar ve açıklamak için BASİTLEŞTİRMEYE
çalışıyorlar ve bu izahtaki bu irca ile ormanda yolunu yitirip ayvayı yemiş oluyorlar.
Çünkü leyleğin ayağını ve gagasını kesip kuşa benzetmeye çalışmak gibi insanı
bileşenlerinden İBARET görmek yanlışına düşüyorlar.
Şimdi bu ironi ile BİLİM yani fünun-i müsbete denilen konuları,
alanları, yöntemleri kontrol, koordine ve disipline edilen ve temel vasıtası
MATEMATİK ile ana vesilesi REVİZYON olan bir BİLGİ KATMANINA itirazım yok.
Bilim de bizim için dil ve mantık gibi ve hatta din gibi "güvenilir" bir referanstır. İtirazımız..
günlük bilgi ve bilimsel dil üstündeki katlar ve alanlar olan hikmet, felsefe
ve din konularında da kendilerini konuşmaya TEK etkili otorite ve PEK yetkili referans görmeye çalışanlarınadır. Bir alanı
iyi bilip her alanı biliyormuş gibi konuşmanın hafifine ukelalık ve ağırına
şarlatanlık denilir. Eğer yöntembilimsel
alanda gerçeği görme değil de gerçeği kurma meslesinin büyüsüne kapılarak
farkında olmadan bunu yapıyorsam ya da öyle algılanıyorsam özür dilerim.
Elimden geldiği kadar düşüncelerimi inançlara dönüştürmemeye uğraşıyor ve
fikrim sabit hale getirmemeye çalışıyorum. Fakat kolay değil. Bu yüzden bizler
bu yazının başlığında uyarıya her zaman muhtaçtız.
GÖRDÜĞÜNÜZÜN yarısına VE DUYDUĞUNUZUN hiç birine İNANMAYINIZ.
Ne anlatmaya çalışıyorum.. fakat dikkatim dağıldığından konuyu
toparlayamıyorum.. konumu unutmuş değilim ancak konunun dallanıp budaklanması
yanında yapmadığım ya da yapamadığım işlerin beni gıdıklaması karşısında
sözün kontrolünü yitiriyorum.
Kontrol.. koordine.. disipline.. revize.. Yani bu yabancı
sözcükleri bir de osmanlıca söyleyelim: Murakebe, tanzim, zabturabt, tashih..
bunların türkçesi yok mu ? var da
kıran mı ?
Denetleme.. eşgüdüm.. disipline.. gözdengeçirme.
Disipline diş geçirip zabt u rabt edemedim.
Terbiye desem eğitim izin vermez. Ciddiyete disipilin desem
dilimden başka dilde dillendiririm.
Bütün bu, kontrol, koordine ve revize, işlerin temelinde
CİDDİYET denilen disiplinin yer aldığını düşünüyorum. Şaka bir yana,
latifeniz hoş olsun fakat şakanın tadını kaçırır ve latifenin dozunu
aşarsanız ciddiyetin tokatını yersiniz. Ana baba olmazsa zaman, zaman olmazsa
namaz, namaz olmazsa har ü nar bir güzel disipline ve terbiye eder dünyada
noksan kalan eğitimimiz orada tamamlanır.
İşte cedd yani bu sıfat yani bu tecdid önemli bir terim ve
ehemmiyetli bir kavram.
Mesela müslüman bunu sübhaneke'de okur.
Allahü Ekber deyip namaza girer ve "sübhaneKvebihamdiK"
dedikten sonra "ve tebarekesmüKveteâlaceddüK" söyler.
Burada tekbir, tahmid ve tesbih ile şuunat takdis edildikten sonra kudsi olan esma-i hüsna
tebrik ediliyor bundan sonra da sıfatı yani CEDD’i teali ediliyor. Bundan
sonra da eğer diri isen O’nun Zat’ından gayrısı olmadığını buluyorsun. Şayet
ölü isen ”ve celle senaük” ile başkaları O’nun övgüsünün yüceliğini yaşıyorlar.
Bütün bunları görmek için sübhaneke ile açılan kapıdan namazın içine
girmelisin. Bu tahlilleri ben
söylemiyorum “sübhaneke” söylüyor. Namaz sonundaki tecdid-i biat ile de yeni bir ciddiyet ve yeni bir disiplin ile yenileniyoruz.
Nizam-ı cedid isminide tarihten biliyorsunuzdur.
Ancak bu tecdid her kemal noktasının eninde sonunda zevale
eğilimli gerçeğini değiştirememiş ve Osmanlı zeval bulmuştur. Bu Atamızın
zavallılığından değil zamanın zeval kanunun kavi olmasındandır.
İmamı Azam, İmamı Rabbani gibi bin yılda gelen müceddidler gibi
her yüzyılda gelen müceddidler yani dine yeni bir şey katmadan ve dinden bir
şey almadan dini YENİLEYENLERİ duymuşsunuzdur. Bu muhterem kişiler, dinden
alınmışları yeniden dine katan ve dine yeni katılmışları dinden atanlar ve böyle
tecdid-i din yapanlardır. Ne oldu.. atmaları ve katmalar ile atılmışları ve
katılmışları karıştırdık değil mi ?
İnsan iki şey bilir ve bunu da karıştırır. Çünkü dikkati
dağılır.
İşte kökenimizden ve atalarımızdan gelen bir YENİLEME ve tecdid özelliğimiz ya gerilir dikkat olur
ya da gevşer heyecan olur. Dikkat ve heyecan arasındaki DALGALANMA'nın
müsebibi ciddiyettir. Ciddiyeti devamlı ciddi tutamamamızın nedeni ciddi bir
adam olmadığımızdan değil fıtratan bulunan DONUP KALMAMA ve yaradılıştan
gereken DURUP KALMAMA özelliğimizdir. Şimdi bu konumu yöntembilimsel analizle
göstereyim:
Y ----------------dikkat
CİDDİYET
heyecan ----------------X
Bu anlatım şu demektir, dikkatin gerilmesi ile heyecanın
gevşemesi arasında cereyan eden olay ciddiyettir. Ciddiyet gevşekse heyecan
fazındadır, ciddiyet gerilmişse dikkat fazındadır. Ciddiyettin gerilme modu
ruh ve dilek tarafından, ciddiyetin gevşeme modu kalb ve duygu tarafında
duruyor. Şimdi şemada ayrıca X ve Y
bilinmezleri var:
Bunlarda HADS ve AKS gevşemesi ve gerilmesidir. Hads ne
demektir.. başı “ha” ve sonu “sin” ile yazılan bu terim türkçe sözlüğü alınmamış
ve Abdullah Yeğin'in Osmanlıca YENİ lügatında; "Uzun düşünce ve
delile ihtiyaç kalmadan hasıl olan ilim" olarak tanımlanmış ve diğer
adının sür'at-ı intikal olarak belirtmiş ve bu terimi hadd’leri tecrid
eden ZEKA kavramının ve usun “billik” aygıtının, diğeri bellektir, bir nüansı olarak görürüm. Yani hayalgücü
irade bir gayretle ve genellikle çağırışım ile, biz bu işi daha güvenilir ve
fakat “sür’atli” değil sükûnetli ve yavaş
bir şekilde yöntembilimsel analizle yapıyoruz, kavramlar arasında bağ yapar ve bir hadd
kurar ki bu işe hads denilir.
İşte burada akıl, acaba dikkat gibi geriliyor mu yoksa heyecan
gibi gevşiyor mu ? Biz gevşediğini düşünüyoruz. AKS halinde ise geriliyor.
Dediğimiz aksi varid olabilir. Bu iş, bilgisayar kullanırken arayüzde nesneyi seçip etkinleştirme sonra enter
tuşuna basma gibidir. Burada psik ve fizik iki ayrı işlem var; biri önce seçme
ve etkinleştirme hazırlığı diğeri sonra enter tuşuna basma empulsunu yaparak
işlemi gerçekleştirmektir. İlki gevşeme ikincisi ise gerilme işlemidir. Ancak dikkatim
dalgalanıyor ve bunun aksini de düşünebiliyorum ve yargılamam kuşkuya
düşüyorve yargım da kesin olamıyorum.
O zaman ciddiyet şemasını tamamlayalım:
Aks -----------------
dikkat
CİDDİYET
heyecan --------------hads
Ciddiyet, insanbilim kuramımda cedi gömleğine tekabul eder..
insanın yokluk vucuduna giydiği gömleklerin ilki kedi gömleği, ikincisi bu
cedi kamısı üçüncüsü ise redi gömleğidir. Yukarıda dikkati RUH tarafına, heyecanı KALB tarafına yerleştirdiğimizi
söylemiştim. Burada hads'i AKIL tarafına ve aks'i dahi NEFİS tarafına oturttuk. Bu demektir ki
HADS akli ve psik bir işlem, aks etme yani refleks ise bedeni ve nefsi bir
işlemidir.
Ciddiyet işimize rengini veren bu dörtlünün disiplinli eylemidir.
Bu disiplin sayesinde ARZU ve TALEP etmemiz yani dileğimiz kapasitesi ortaya
çıkar ve isteğimizin kalitesi belli
olur. Öylesine bir temenni olan arz ve ya da üstünkörü bir talep olduğu gibi
bütün kastiyle yönelen dilek ve tüm azmiyle ciddi bir surette olan istekler
dahi vardır. Bu şu demektir, insan
isterse ciddi olur isterse olmaz. Eğer ciddiyetini takınırsa bununda bir kesreti
ve şiddeti, kesafeti ve tekriri vardır.
Evet gayemizin bir tarafında ciddiyet var.. bu yazının da bir
gayesi vardı.. ve gayesine doğru GERİLMİŞTİ.. ama gerildikçe yoruldu ve
gevşemeye hazırlanıyor ve belkide dinlenmeye çekilecek yeniden gerilmek için...
sözün kısası size ciddiyeti anlatırken gerildim ve bu yüzden de yoruldum ve bu yüzden gevşediğimden dolayı
yazıdan el çekip dinlenmeye koyuldum. kumanız, Sormanız, eleştirmeniz ve
yazmanız için sustum. Başka bir zamanda buluşmak dileğiyle sağlıcakla kalın.
Şimdi tüm söylediklerimizi levhada toparlayalım:
aks -----
ARZU ----- dikkat
gerilme ---
CİDDİYET --- geşeme
heyecan
----- TALEP ----- hads
Osmanziya
NOT: bu yazının dizini olan CIDDIYET dosyası içindeki tablolarda
daha geniş bir anlatım bulacaksınız.
uploads/20121104_105328_CIDDIYET.rar
Sentaks /
sözdizimsel / BEYANÎ eksikliklerim VE
semantik /
anlambilimsel / MAANÎ yetersizliklerim
için düz yazıdan
özür dilerim
http://sites.google.com/site/yontembilim/
http://sites.google.com/site/insanilim
http://groups.yahoo.com/group/BAKARA/
http://groups.yahoo.com/group/oku-ikra/
http://groups.yahoo.com/group/yontem-bilim/
http://groups.yahoo.com/group/insanbilim/
www.yontembilim.com
www.insan-bilim.com
|