Anasayfa | Işımalar | Osman Ziya | İfade -i Meram | Yöntem Bilim | İnsan Bilim | Din-Fen | BTÖ | Yazılar | E-Posta |

  Aktif KullanıcılarAktif Kullanıcılar  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  TakvimTakvim  Forumu AraArama  YardımYardım  SkinsSkins
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
İnsan Bilim
 YöntemBilim Forumu | İnsan Bilim | İnsan Bilim
Mesaj icon Konu: insanlık Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Yazar Mesaj
osmanziya
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 12-Temmuz-2010
Gönderilenler: 2637

Hak Puan : 5
Kidem : 6
OrtalamaHak : % 50
Irtibar :2

Alıntı osmanziya Cevaplabullet Konu: insanlık
    Gönderim Zamanı: 07-Mart-2013 Saat 12:23

İnsanlık.. insancılık.. merkeze insanın alındığı düzen..

islamlık ve islamcılık ise insanın teslimiyetinin merkeze alındığı nizam..

islam nizam ise insan mizandır..

insan ve islam arasında gidip gelen köprü ise zaman ve namazdır..

namaz ve namazın medcezirine girmeyen

cezri cebri görmez ve cezbi tecrübeyi işitmez...

 Bu başlık altında hep düz yazı var..

biz medeniyetin hasenatının seyyiaatına galip geleceği İslamiyet günlerini bekliyoruz teslimiyetimizle..

SELAMET ise bu islamiyet ve teslimiyetin dengelendiği engin ve bengin bir dünyaya ayak basmaktır..

dünyayı ahiretin tarlası yapmaktır..

insanda meknuz olan esmanın

kainatta hüsna olarak açıldığına tanık olmaktır.

Mesleki Sitede 28 şubat acıları konusunda yapılan bir tartışmada

Aşağıdaki iki yazı yazıldı, önemi dolayısıyla İNSANBİLİM’e alıyorum:

 

Ateş düştüğü yeri yakar..
Benim de anamı ve avradımı gözümün önünde coplasalardı
her halde bu kültürel bir afet diyemezdim...
Atmışda çocuktum teğet geçti.
Yetmiş 12 martı bana dokunmadı..
Ne sağcı ne solcu olan orta yolcu talebeydim.
1980 dokundu..
atasını maymun sanan beşerle
insanı hayvan sanan müslümanın
birbirini telef etmesinen iğrendim
savclığı bıraktım.

Geldik doksana.. rengim belliydi.. rengime göre iş verdiler.
Solcu hocam Mustafa şeriatcıdır fakat iyi bir adamdır derdi
Çünkü rengim belliydi ve kimseyi kendi rengimle boyamayı sevmezdim.
İkibin de RENK uyaşmazlığından memuriyetten atacaklardı.. kendim ayrıldım.

Hasılı kürdüm desen becerirlerdi.. müslümanım desen becerirlerdi..
Meydan müslümanım demeyen Türk ve Kürtler,  becerenler sınıfını oldu..
Oysa insan olmadıktan
sonra müslümanım diyen ve demeyen türk ve kürt arasında
hiç bir fark yok..
birbirlerini boğazlamada...
Çok şükür Balyozu beceremediler..
Rengim belliydi..

becerselerdi sanırım rengimden artık binlercesini becerirlerdi..

Cerir cerir cerayan eden ne ?
İdealist gayeler altında realist ekonomik ve politik çıkarlar..
Dinine ve ideolojine uygun ortamda dünyevi koltuklar parasal pastalar..
Bu süreli koltuk ve bu sürünen pasta için  insanın birini seksüel, ekonomik, politik ve ideolojik becermesi marifet mi ?  Hiç becerme zevki tatmadım ve tattırmadım bu da marifet değil.

Sanırım marifeti aşan muhabbet
yaşadığın insanlık ya da yaşattığın insanlık içinde kendini tanımak.

Kendini tanırsan tanıdığın insanlık içinde belki insanlığın bir bir sorun ve sorumundan birinin çaresini ve çözümünü bulursun.
İşte buna çok vaktim oldu.. çok çalıştım fakat az aşındım ve bu yüzden çalışmaya sürdürüyorum.
Kesinlikle biliyorum ki Türkiyenin dağlarında sosyalizm cenneti ve afganistanın dağlarınde şeriat devleti için çalışanların ÇALIŞTIRANLARI aynı..
nasıl ki susurluk arabasında ikisi ve üçü aynı takside çıkmıştı..
Bu tezgahın amacı aynı:
Sonuçta dağların cennetinden çıkan sopa ile şehirlerin cehennemini sürdürmek.
Çünkü bir avuç kralın bağımlı oldukları sürünen kölelerin şehirlerini yaşatmak.
Çünkü öyle ya da böyle yaşat ki yaşayasın.
Çünkü BATI’nın kaynaklarının piyasası ve üretici kölelerinin pazarı DOĞU.

Batının tüketici kölelerin bağımlı olduğu  uyuşturucu bile doğudan geliyor.
Tarih Güneşi bir Atlastan doğar bir Pasifikten.. Işık atlastan Pasifiğe gidiyor.
Doğunun ve batının önemi yok..

önemli olan acımasız kralların kaynak ve köleye bağımlılığı.

Bu akıllı fakat acımasız krallar şu ilkeden yararlanıyorlar.. düzensizlikte düzen var.
Düzenin düzensizliğini sağlayan insanın insanı kendine benzetmesi..
Eğer insan insan olmazsa türk olur.. herkesi türk yapmaya kalkar.
Eğer insan insan olmazsa kürt olur.. herkesi kürt yapmaya kalkar.
Eğer insan insan olmazsa müslümün olur.. herkesi müslümün yapmaya kalkar.
Eğer insan insan olmazsa hristiyan olur.. herkesi hristiyan yapmaya kalkar.
Eğer insan insan olmazsa komünist olur.. herkesi komünist yapmaya kalkar.
Amma insan insan olsa, her türlü rengi ışık saçar ve aydınlık olur. Aydınlık saydam olur ışık verir.
Işık alır, ışık verir.

O zaman dini ve etnik çatışmalara karşıymış gibi görün fakat alttan gaz vererek kışkırt ki
bir taraftan düzensizlik doğsun şehirde ve bir taraftan düzen için ve düzeni düzeltmek için insanlar dağda SAVAŞSINLAR doğanın tadıyla mest olarak. İşsiz dağda köleyi çabucak beslemek şehirdeki işçiden  daha kolay ve kolaydır. Yeter ki kafalara insanlık realitesi hariç her türlü ideali sok.


Bu ideal uğrunda başta insanlık olmak üzere bütün realitesini yitirsinler.


Çünkü YALAN yalan dünyanın güneşi gibidir arkası gecede olsa gündüzün ışık verir.
İşte bu idealite ile şu realite arasında yegane gerçek var oluşunun öyküsünden geçer.
Öyleyse bu öyküyü.. başkasını kendi dinine benzeterek ORTAK bir DİN kurma ideali yerine
ortak realiteyi oluşturacak MÜŞTEREK bir DİL bulmaya gayret et.
Fakat ayine-i aklın yoksa dünyayı kuran dininin dilini bulamazsın ve bulduğun dili kullanırsın.
Kullandığın dil ile dünyanla kullanılır ve dininle köleleştirilirsin, hiç farkına varmadan.

Yetmişten, seksenden ve doksandan bu yana öldürülen ve birbirine öldürtülen
müslümanlardan anlıyorum ki Müslümanlar öldürüldükçe azalmıyorlar azdırılıyorlar..
Bunun için bazen onlara iktidar verilerek gazı alınır.

Müslümanları öldüren kim ? Müslümanlar mı ? Hayır! İnsan olmayanlar.
Bunca tarih deneyimden sonra eğer birbirini öldüren Müslüman, insan mı ?
Hayır.. Çünkü insanın aklı ve kalbi var, ilmi ve iradesi bulunur.. hikmetli ve hür olur.
İslamiyet ise insanıyeti kübradır.. insaniyet ve islamiyet arasında dil, ırk ve soy..
Dil, bu başı ve şu sonu örtüyorsa beşeriyet lafta, insaniyet sözde ve islamiyet raftadır.
Değil dil, ırk ve soy, dini görüş ve ideolojik his perdeliyorsa ham softatır.

İlmi olmayan saçmalar, marifeti olmayan yaftalar. İradesi olmayan alışır, hürriyeti olmayan bağımlaşır.
Beşerin giderek hayvanlaştığı makinenin giderek beşerileştiği gelecekte en büyük tehlike..
insaniyetin yitirilmesidir.. insaniyet giderse ne din işe yarar amaç ne de dil anlam verir araç olur.

Öyleyse lütfen insaniyetimizi takınalım BİRBİRİMİZDE olan kuyruk acısını dil kamçısına çevirmeyelim.
Aksi halde daha çok yirmisekiz şubatlar ve balyoz mortlar birbirini arkasına gelir ve insanlığı süründürür.


Artık gör ki bu ümmet-i davet ve icabeti buluşturan bu ÜLKE’nin ara yüzündeki YOLCULUĞUN hep doğundan batına, batından doğuna geçen ve göçen kavimlerin, milletlerin ve medeniyetlerin var oluşuna tanıklık etmiş.. onların bin bir renginden nakışlar izleten ve binbir boyasından süsler işleyen doğunun dağı batının ovası ANADOLUM. Anadilimin anası.. Son İmparatorluğunun danası.. Anadillerin salsası.. yeter artık dillendirdiklerini kendine meftun ettiğin.. lütfen bizi büyüleme ve gizemini aç ki içinde insanlığının izini izleyelim.. insanlığın büyüğüne erişelim..  SEN, kendini KÖTÜYE kullananı bağımlı KRAL, İYİ kullanmayanı  bağlı KÖLE  yapansın.. iki emanet ipinin bir düğümüsün.. öyle ise kullanmaktan bağsız ve bağımsız kulluğa geçişte ve sanrıdan Tanrı’ya yönelişte..  bize yol gösterici bir ibre ol ki ibret alalım.

Yeni mart ve yine mortlar olmaması dileğiyle..

Saygıdeğer Yazerim, Sevgideğer Kardeşim.

Alaka ve iltifatınıza teşekkür ederim,
derdinize ve derdimizi tercüman olmuşum o kadar. .
Baştan söyledim, ateş düştüğü yeri yakar.
Deprem salladığı merkezi yıkar. Dışındakiler sadece seyreder.
Gözüyle rasat eder, aklıyla seyreder ve kalbiyle müşahede eder.
Her birinin gördüğü şey ayrıdır. Biz kalbimizi dondurduk, aklımızla baktık.
Kalbine basılanın feryadı elbette ağırdır.

Şu da var ki bundan sonra bu yanlıştan dönülmesi lazım.
Artık çıktığımız yerin unutulmaması lazım..
beşeriyet nereden geliyor, medeniyet nereye gidiyor ?
Geldiğimiz yer olan insaniyetin unutulması
gittiğimiz yer olan islamiyetin kalitesini de düşüyor.
Bu yanlışı ateistler yapıyor, geri zekalı diyorlar.
Yahudiler yapıyor, anasından gelmeyene yahud (dininden) saymıyor.
Onibeşinci yüzyılda İslam Dünyasının altın çağında beliren insaniyet ışığı ile

Hristiyanlık içinde Hümanizma çıktı Antropoloji belirdi fakat
dini taassuplarından etkisini ve sonuçlarını tam gösteremedi.
biz müslümanlar son zamanlarda bu yanlışa düştük ki bu gün bu hale geldik.
Çoğu dindar ideal olan ve olması gereken ortak dini arıyor.
Fakat kindarlık hiç birimizin yakasını bırakmıyor.
Hem ortak dili bulmadan bunu nasıl yapabilir ki ?
Sonuçta işi baştan ele alıp "ilim ilim bilmektir" pusulasıyla
"ilim kendin bilmektir" hedefini yakalamalıyız.

İşte gördüğüm ve göstermek istediğim sorun bu.
Ancak olanlarda elbette acı ve acıtıcı...

 

Osmanziya



Düzenleyen osmanziya01 - 31-Mart-2013 Saat 00:21
IP
osmanziya01
Yönetici
Yönetici
Simge

Kayıt Tarihi: 29-Ekim-2009
Konum: İzmir
Gönderilenler: 381

Hak Puan : 10
Kidem : 7
OrtalamaHak : % 100
Irtibar :2

Alıntı osmanziya01 Cevaplabullet Gönderim Zamanı: 31-Mart-2013 Saat 00:06

İNSAN ÜZERİNE ÇEŞİTLEMELER…

Yöntem işleri bizim gibi eli boş ve gönlü hoşların işleridir. En azında geceleri çekildiğimiz fildişi kulemizde insan alemini rasat ederken gözümüze çarpan yıldızları ve galaksileri ya da açık ve kapalı yıldız kümelerinin görüntülerini objektifimizin merceğinden belleğine aktarıyoruz.
İnsan alemi deyip geçme.. kainatın büyük KİTABINI, onun en büyük ayeti olan Son Peygamber HİTABINI ve onun dahi elinde olan EN ŞANLI KİTABI, okuyan İNSAN'dır. On beşinci yüzyılda ümanist yazarlar, ne dir bu yahu hep Tanrı, hep Peygamber, hep kitap, hep ahiret.. bu memlekette beşer denilen bir mahluk var, bu dünyada insan denilen bir varlık duruyor.. niçin insanı kenara çekiyorsunuz ve hatta unutuyorsunuz kulluk adı altından onu dine köle, dindara esir ve din adamıma mahkum ediyorsunuz deyu feryad ü figan etmişler ve bunlardan HÜMANİZMA doğmuş..

Ancak bu "insancılık" sonra insanın cılkını çıkararak bir tür balıkçıl olan insancıl'ların avı haline getirmiş.. evet hümanizma, antropoloji, sosyoloji, psikoloji derken dünyanın efendi kralları işçi kölelerini ve pazar kulllarını eski imparatorları aratacak şekilde yukarıda saydığım LOJİ’leri tepe tepe kullanmaya başlamışlar. Esaret (kölelik) bitmiş amma ondan birazcık daha iyi bir başka bir esaret yani ecaret (işçilik) başlamış.. hürriyet kızımızın yüzü bir türlü gülmemiş.. sonuçta Allah’a kulluk yolu eliştirilirken maksadan öte bir ayrıştırma yolu açılmış krallık ve kölelik eksenli kulu kulluk yolu bir başka mecraya akmış.. bu uğurda “şehitler” olmuşlar ve ülkeler işgal etmişler.. ekonomik ve politik krallıklar uğruna çok uluslar köle edilmiş.. birinci ve ikinci dünya savaşlarında geçmiş yüzyıllarda dökülen kanlardan kat kat fazla insan kanı akmış.

Dinler aslında kökende kula kulluğu kaldırmak içindir.. Allah’a tapmakta bir sorun yok.. Dileyen onu sever, dileyen onu sayar ve dileyen sevgi ve saygıyı son sınırına götürerek O’na tapar. Hakka gitmek üzere hakikattan çıkar ve halktan kopar.. bu kesret ya da vahdete dönük kişinin fena ya da beka seçimi kendine kalmış.. fakat bir de kişinin geçimi var ki gelirini giderinden fazla yapmak zorundadır. işte bu nokta da KULLUK YAPMAK denilen bir sorun çıkar.. işte bu noktada sorunlu ve sorumlu başka kullar dahi devreye girecektir sıkıntı da burada bu iki ipli dört düğümde doğmaktadır.

Aslında bizim dünya ile olan problemlerimizin temelinde, bizim din ile olan mes’elelerimizin kökeninde; dil ile olan sorunlarımız yatar. Hani derler ya.. bülbülün derdi dilinin belasındandır. Sorun bilgi ve buyrukta değil sorun belge ve uyruktadır.. ancak kuyruk acısı olanların sorunu uyruk ve buyrukta görmeleri, acılarını unutturduğundan mı dır nedir.. yükü kullukta atmakta ve çare Allah’ı unutmakta bulmaktatırlar. Kralların uyrukları kısaldıkça ve kölelerin kuyrukları uzadıkça buyruklar kuyrukları acıtması artacak bunun acısını Allah’a kulluktan çıkaracaklardır. İnsan bu.. her işi mükemmel olacak değil ki.. ama önemli olan onu kusuruyla birlikte sevebilmektir. Dostluk gösterebilmektir. Yaratan’dan dolayı yaratılanı hoş görmektir. Kapu kullarına karşı kapu kollarının mütevazi ve müteslim olmaları gerekmez mi ? Tapu olduğu kadar sapu ve kapu vardır.. eğer sen kapu kolu olmuşsan bazı kapı kullarının başka kapulara sapmalarına katlan.. merak eder garibim arkasında ne diye kapunun.. bu merak nedir bilirim.. bırakmaz insanı boş.. aratır, sordurur, düşündürür, sürdürür.. tabiat gibi insanda boşluktan nefret eder.. karın boşluğu.. kalb boşluğu ve kafa boşluğu deyip geçme.. her biri bir deniz kadar engin.. bir feza kadar derin ve bir kalb kadar rengindir

Bengin bir kapıya kol olarak takılmış insan kapu kulluğundan geldiği bu onurma makamda geçmişini ve bir zamanlar kendisinin de kapı kulu olduğunu unutmamalı.

Allah’ın tapu’sunu evin tapusuyla karıştırmadan kendi yapusunu sağlam kurmalı ve sağlıklı kılmalıdır.

·         * * *

Paylaşımınız için teşekkür ederim.
Badem ağacına soru üzerine sorular sormuşsunuz..
keşke birileri onun adına üşünmeden yanıt verse
hisseme düşeni şöyle düşünüyorum:

Yazın badem çicekleri ile kaşın kar çiçekleri birbirine ne kadar benziyor onu da hatırlatmışsınız
sanki yaz ve kışın başlangıcının boru sesidirler o BEYAZ renkler.
Gelinlikleri aklıma geliyor dünya evine girerken çiceklerin.
Sonra bu beyaz sayfalar üzerine yazılan yeşil ve kırmızı yazılar.
Çicekler meyvelere tomurcuklanınca evladları gülümser yapraklar arasında...

Sonra düşünürüm hayat ağacını, ömür meyvesini ve uzayıp giden nesil şeceresini
Giyeriz beyaz kefeni.. noktalarız yaşamı.. başlatırız yeni baharlarda yeni beyazlar için.
İşbu bütün bu beyza, bu teda-i efkar ve bu temasül-i dürbîn
bize akibeti teşbih eder ve ahireti tahattur ettirir.

Ta ki açılsın.. yeşil sahifeler, beyaz ekranlar ve siyah aynalar..
Görelim güzellikleri..
ister doğrudan olsun ister dolaylı.. amma hepsi "olay"lı..
Yinelenen arınma ve yenilen artırma..
pul pul sürer gider
yakarı yaprakları ve yalvarı çicekleri.

Badem ağacı olur adem ağacı
Gelinlik, kefenle birleşir
ve beyaz kış, beyaz yazla eşitleşir.
Ta ki çeşitlilikler doğsun diye...

 

·         * * *

Sevgililer günü diyorlar acaba evli olan hanımlar özel bir günle anılmaya layık değil mi ?
Oysa bir tek kocanın kahrını çekmekte onlardan daha KAHRAMANI var mı ?

Emekçi kadınlar günü diyorlar acaba tüm yetişkinler üzerinde emekleri olan ANALAR emeksiz mi ?

Kadına pozitif ayrımcılık yapalım, tamam yerden göğe kadar hakları ezilen kadınlarımızın.
Kadının en büyük işi kocası, en büyük yükü çoçukları ve bu iki büyük yükü varken
bir de çalışmak değil çalıştırılmak zorunda bırakılıyorsa erkeklerle eşitlik gazı verilerek
sonuçta olan kocaya, çocuğa ve kendine oluyor.

Kadınlarımızı okutalım, öğretmenlik, polislik, yönetcilik, hakimlik ve hekimlik ve sair ihtiyaç olan konularda
çalışsın ve isterse profesör olsun.. yeter ki ihtiyaç yoksa çalışmaya "mecbur" bırakılmasın.

Bu vesile ile internette dolaşın şu sözü hatılatıyım:
Kocayı bulunca feministlik,
parayı bulunca komünistlik
ve hocayı bulunca agnostiklik kalmaz.

Herkese ve özellike bu gün vesilesiyle
emekçi ve emekli tüm kadınlarımıza
Saygılarımla

·         * * *

Dikkat ederseniz "mecbur" bırakılmaktan söz ediyorum. Kadınlar çalıştırılmasın demiyorum.
Mecbur kalırsa elbette helal rızkını arayacaktır.
Mecbur kalmazda mecbur "bırakılır"sa... illa ki çalışmak zorunda kalacaktır.
Zaten çağdaş uygarlığın arkasındaki karanlıkta bu suretle onun "ev"den kopmasını istiyor..
Böylece ailenin bütünlüğü ve bunu sağlayan erkeğin merkezi konumu,
olmayan "özgürlük" adına bozuluyor ve insan soyu tehlikeye düşüyor.
Eğer insan tarlalarını bulamazlarsa sonumuz karanlık..
Bunun uzun tahlilini yapmak için bu yanıt yeterli gelmez ama şunu söyleyeyim..
sayısız koşullara ve kurallara yani evrene ve topluma DOĞUM insanı, isterse bu erkek olsun, ÖZ-GÜR bırakmaz..
ÖLÜM'e mecbur olmaktan öte mahkum olanda "ölüm-süz" olamaz.
Dikkat edin sol görünün ve sağ duyunun çelişkisi,
bu bulunamayan "özgürlük" olamayan "ölümsüzlük" ekseninde yatmaz mı ?
Dünya ne kadar boş işlerle uğraşıyor değil mi ?

Şaşılaclaktır ki bu eşitlik, özgürlük ve ölümsüzlük hadi dörtleyelim "ölümlülük" (*)
ki sonuçta hepsine yapıştırılacak son yargı YOKLUK'tur.
Evrende hiç bir yerde eşitlik yok.
Hatta bir sodyum atomu başka bir soydum atomuna benzemez.
Ayniyet ve musavat insanın kafasındaki boş ilkeden başka bir şey değildir.
Yukarıda söyledim.. koşullara zecren bağımlı ve kurallara cezren bağlı insanın gürünün öz olması olanaksız.
Öyle ise bu "ideal"lerin realitesini görelim ve ondan sonra bunlara daha rasyonel temeller arayalım.
Yoksa dini veya ideolojik savları seslendirmek, başlatılan önceliğimizin bitirilişinin sonuna yani kabire kadar devam eder.

(*) Öz olarak ölümlü de kalamıyoruz.. çünkü kaldırılıp hesaba çekiliyoruz.
Öz olarak Ölümsüz de olamıyoruz çünkü Yaradan isterse
bu "önce başlat sonra bitir" yasasını ancak kendi dilediği kadar, yani ahireti, sürdürür.
NOT:
Kadın erkeği kuşatmış.. ENLEM olarak anası o, kızı o, BOYLAM karısı o, kardeşi o..
ERKEK sayfasının satırı ve sutununda kadınlardan başka kim var ?
Amma insan öyle bozuldu ki kadın tarafı bozuldu feministlik,
toplum tarafı bozuldu komünistlik yapmak zorunda bırakılıyor insanlar..
artık böylece birey birey değil, erkek te erkek olamıyor...
çünkü İNSAN eril ve dişil ile birey ve toplumdan ibarettir.

·         * * *

Memlekette yapı ve fonksiyon diye bir şey var.. eğer her strüktür aynı işlevi verseydi evrende bir numaralı atom hidrojenen başka element olmayacak ve bu nedenle eşitlik, çeşitliliğin canına okuyacak ve canan diye bişi olmayacaktı.. yani yaşam denilen organizasyonun organizması dirilmemek üzere ölecekti.. elbette kadın erkeğin, kadında erkeğin işini görebilir.. anne ölürse baba onun yerine geçebilir.. baba ölürse anne babalık görevini yapar. çünkü her ikisi de kökten "bir"dir, yani insandır. Ancak bu gerektiğinde ya da zorunlu olduğundan.. Rasulullah eve geldiğinde bizlik bir var mı ya Aişe.. dermiş. Gerektiğinde çamaşır da yıkar bulaşıkta yıkarmış, sökük te dikermiş.. Ancak biz uzviyet sırrını anlamıyoruz.. organizma iş bölümünü göremiyoruz.. yapı ve işlev gerçeği işimize gelmiyor.. tutturmuşuz kör gürlük (buna da özgürlük diyoruz yanlış olarak) boş eşitlik.. realite nedir.. rasyonalite nedir.. görmüyoruz.. hakiki ve makul bir AHLAK temellerini kurmuyoruz. Halk yaratılıştan vardır da aynı kökten (HLK) olan mükerrem ya da mezmum ahlak buyruluşla inşa edilir. Allah'ın emrine göre olursa büyür gider nefsin buyruğuna göre olursa bücür kalır. Bu kadar basit.. seçim DİLEYEN'e kalmış. Eğer böyle olmasaydı.. "cinsiyet" tercihi denilen sapmalar olmazdı.. sadece doğal ve doğuştan olan "hünsa" ve "köse"ler olur eşcinsel evlilikler olmazdı.. bayanım biz normal ve doğal ilişkileri törel ve yasal hale getiren var oluştan bahsediyoruz buna din ya da başka bir kayıt gerekçesiyle karşı çıkmak gürün özü anlamına gelmez.. elbette böyle düşünmekte ÖZGÜR'sünüz.. çünkü bu kör istem ve koşulsuz istenç.. bizim yani medeniyetin gelişmesine ve erkekler ve kadınlar ile birey ve toplumtan müteşekkil beşeriyetinin terakkisinin iki motorundan biridir.. çünkü ayan ve beyan biz deneme ve yanılma ile gelişiriz.. hasılı ERKEK aynası olmasaydı bayan GÜZELLİĞİ de olmazdı...

·         * * *

Hint Felsefesinin 4 Kuralı.

KURAL 1: "Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.

KURAL 2: "Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. 'Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı' gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir."

KURAL 3: " İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.

KURAL 4: "Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir."

 

·         * * *

Doğu felsefesi bu arada HİND felsefesi ile batı felsefesi bu arada AVRUPA medeniyetinin felsefesi arasındaki fark
ISLAM FELSEFESİNDEKİ cebriye ve kaderiye felsefesindeki arasındaki fark gibidir.
Fakat biri yokluk ve telkin (Nirvana) medeniyeti ile diğeri varlık ve irade medeniyeti (Emperyalizm)
arasında bir orta yolu arıyor insanlık... Bu da ortadoğudaki islam felsefesidir.
Bu islam dünyasında yapılan yıllar süren tartışmalardan sonra ehli sünnet ve cemaat KADER anlayışı ile bulundu
ve bu kader anlayışı öyle reel bir temele dayanıyordu ki İslamdan Önceki dinlerin çağdaş kuramcılarıda bu tartışmadan yararlandı.
Örneğin YAHUDİ akidesindeki KADER anlayışı ehlisünnet ve cemaatin resmi kader anlayışıdır.

Madem bu mevzu açılda bu konuda düşündüklerimi söyleyeyim:

1.Başlamak zordur. Buna bağlı olarak girişmekte zordur.
2.Bitirmek kolaydır. Buna bağlı olarak sürdürmekte zordur.
3.Bu iki gerekçe ile iktidarımız kadar değil itiyadımız kadar eyleriz.
4.Bundan önce üç gerekçe ile ihtiyarımız kadar değil itimadımız kadar işleriz.
Eğer yukarıdaki sonuçlardan yararlanırsak görürüz ki bedenimiz ve ruhumuzla
geçmiş kaderimizi değiştiremezsek ise gelecek istikbalimizi değiştirebiliriz.
Başkasının değil sadece "KENDİ" istikbalimize ilişkin takdir ve hükmü bi-iznillah değiştirebiliriz.
Çünkü başkasını etkilemek onun eyleminin nedeni olmak demek değildir.

Böyle değilse ilim ve irade niçin KENDİSİNDEN sorumlu ve yükümlü olsun ki ?

Neden din olsun, neden ahlak olsun ve neden din olsun ki ?

Niçin sadaka verelim, niçin iyi olalım, niçin ibadet edelim ki ?

·         * * *

Öncelikle TEVFİZNAME'yi bu vesileyle hatırlatmanıza minnettarım.
Keşke kopyale yapıştır değil de teker teker yazsaydın daha bir faydası olurdu.

Eleştirinize gelince haklı olduğunuz noktalar var, katılmadığım yerler var.
Bilim, Hukuk, San'at ve Hikmet milletler ve kültürlerin ve dinler ve medeniyetlerin
ortak çalışması ve ayrık çatışması ve sonuçta tartışması ile oluşturulmuşlar.
Yani biz bunları İNSANLIK ve UYGARLIK olarak
etimizle , kanımızla, dişimizle ve tırnağımızla meydana getirdik, getiriyoruz ve geliştiriyoruz.
Bunda kuşku yok.
Fakat dil ve din böyle değil.. "Kültür"den kastımda bu idi.

Bunu nasıl anlatmalı bilmemki..
Medeniyetin hars ve umramdan oluştuğunu düşünürüm.
Uygarlığın ekin ve bayındırlıktan meydana geldiğini kabul ederim.
Aynı terimleri bir başka arkadaş İngilizce söylerse tamamlanacak.

İşte bu nokda da evrensel kültürün doğusu ve batısı arasında
birbirine indirginmez ayrık noktalar var.
Keza evrensel kültürün sağı ve solu arasında da kesin farklılıklar var.
Ancak başarı bu yanları dengelemek, uyumlamak, ılımlamak noktasını gelince
dile ve dine göre farklılıklar doğuyor.

Şimdi bunları somut ve belirli olarak tartışmak bu yazının konusunu aşar.
Ancak doğunun telkin ve yokluk medeniyeti ve batının irade ve varlık medeniyeti
olduğu görüşü şahsımın değil, katıldığım Ord. Prof. Hilmi Ziya ÜLKEN'in fikridir.
Solun nedensellik ve özdeşlik ilkesi, sağında amaçsallık ve özgürlük ilkesiyle
Kurulduğu bu fakirin keşfidir. Burada sayılan dört, yukarıdaki iki esas
Elbette insanlığın malıdır..
ancak bunların kompozesi dile vedine ve bunlarla oluşturan kültüre göre farklılık oluşturur ki
doğu nirvana’ya eriştmekte..
usta olmuş.. Orada Şeytan'ı bulmuş..
sana ve bana haber vermiyor bu başka bir konu..
Hava’da uçan bir müşrik hind fakiri .. ağzında bal akan hind kâmili..
tevhiddin uzaklaştığı ölçüde imandan ve islamiyetten sonuçta hakikatten uzaklaşır..
bunun sevme ve hoşgöre ile ilgisi yok..
görüş, gerçeklik ve tutarlılıkla ilgisi var.

Bazı nesneler az ve çok olabilir ama bazı konular hep ve hiç olur..
demek varlık ve yokluk iki şekilde görünür..
biri izafi ve görece diğere salt ve mutlak..
işte bu ikisini birbirinden tefrik etmek gerekmektedir.
Dört şeyi ayırt etsen, ar ve ad ile nesne ve kimse, dediklerimi anlarsın.
Eğer DİL'i anlamazsan izafi kör uzam ve süre gözlerininin karanlığında
boş "anlam" ve "amaç" kaseleriyle dünya ve din şarabını yudumlamayı sürürdürsün.

Şimdi hoşuma gidiyor, kişisel gelişmeyi sağlıyor diye
veya diğer gerekçelerle çağdaş dinlere meyletmek
doğu kültürüne kapılmaktan başka bir şey değildir.
Yüzlerece sene islamiyetle komşu oldukları halde
Kur'an teslim olmayan bir taassubun hangi kastını kaldıracak, hangi kıstını gidereceksin.

Fıtrı edebin ve hulki faziletin, doğrudan dinle ve Müslümanlıkla ilgisi yok.
Haya ve hilm ile hikmet ve seha, özle ilgisi dolaylı olan varoluşlardır.
İktisad, adalet, hayrat, hasenat, kemalat ve fazilet evrensel vasıflardır.
Bunlar herhangi bir dinin özel malı değildir tüm insanlığın imtihan edildiği evrensel karakterlerdir.

Bu saydığımız işleri “Allah” rızası için yaparsak İSLAMİ bir iş yapmış oluruz.
Karşılığını da O’ndan bekleriz. İnsan muhtaçtır, karşılıksız bir iş yapamaz.
Beslenmek ve Seslenmek için aş almaya ve iş yapmaya mecburdur.
Hasılı Big Bang ile fenası kanıtlanmış bir dünyayı hali bâki gören KÜLT
artık din olarak iflah olmaz.

Hem bazı kişilerin dinimize ilgisizlikleri ve felsefeden bilgisizlikleri sebebiyle
bu çağdaş akımlara farkında varmadan kayabiliyorlar.
Oysa bunlar yüzyılladır süren evrensel yönelişler..
çağdaş olabilir ama yeni değildir.
Amma şu var bunlar yöntembilimsel analizle yargılama
yapılmadığından BATIL oldukları açık ve seçik olarak görülmüyorlar.
BUHRAN'ları nedeniyle katı ve kesin BÜRHAN'ları göremiyorlar.
Birde islamiyete BÜHTAN ediyorlar.


Bir kitap okuyorsun Barnaba İncili diye bir kitap yazar adını vermemiş S.T demiş.. sözleri içinde ALLAH lafzını bir kere kullanmış mı kullanmamış bir daha bakacağım.. itiraf ediyorum kurduğu müthiş EZOTERİK cümleleri on sene uğuraşsam yine kuramam.

Bu yazar Müslüman mı, Hindu mu, Ateist mi tavsif ve tarif edemiyorsun.
Ha unutmadan söyleyeyim kitabı 21 ARALIK 2012 kiyametine göre hazırlamış
demekki YALANCIYMI. Eh entellektüeli böyle ise ezbercisi ve taklildcisi nasıl olacaktır sen takdir et.

Beni bağışlayın konu ağırlaştı..
amma bu uyarıyı, yalancı birinin eleştirisini yapmayı
ve tabi bu arada reklamanın vesilesi olsak da,
bir sorumluluk saydım.

Ne demişler çok malda haram, çok sözde yalan var.


Sağlıcakla kalın.

Mustafa BUĞUÇAM
SELÇUK Yazeri

TEFVİZ NÂME

Hak, şerleri hayr eyler,
Zan etme ki ğayr eyler,
Ârif anı seyr eyler,

Mevlâ görelim neyler,
Neylerse, güzel eyler...

2

Sen Hakk'a tevekkül kıl
Tefvîz et ve râhat bul,
Sabr eyle ve râzı ol,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler..
3

Kalbin O’na berk eyle,
Tedbîrini terk eyle,
Takdîrini derk eyle,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
4

Hallâk-ı Rahîm Oldur,
Rezzâk-ı Kerîm Oldur,
Fe'âl-i Hakîm Oldur,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...

5

Bil kâdî-i hâcâtı,
Kıl O’na münâcâtı,
Terk eyle murâdâtı,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
6

Bir işi murâd etme,
Olduysa inâd etme,
Haktandır o, red etme,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
7

Hakkîn olıcak işler,
Boştur gam u teşvişler,
Ol, hikmetini işler,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
8

Hep işleri fâyıktır,
Birbirine lâyıktır,
Neylerse, muvâfıktır,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
9

Dilden gamı dûr eyle,
Rabb’inle huzûr eyle,
Tefvîz-i umûr eyle,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
10

Sen adli zulüm sanma,
Teslim ol oda yanma,
Sabr et, sakın usanma,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
11

Deme şu niçin şöyle,
Bir nicedir ol öyle,
Bak sonuna, sabr eyle,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
12


Hiç kimseye hor bakma,
İncitme, gönül yıkma,
Sen nefsine yan çıkma,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
13

Mü'min işi, reng olmaz,
Âkıl huyu ceng olmaz,
Ârif dili teng olmaz,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
14

Hoş sabr-ı cemîlimdir,
Takdîr-i kefîlimdir,
Allah ki vekîlimdir,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
15

Her dilde O'nun adı,
Her canda O'nun yâdı,
Her kuladır imdâdı,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...

16

Nâçâr kalacak yerde,
Nâgâh açar, ol perde,
Derman eder ol derde,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler…
17

Her kuluna her ânda,
Geh kahr u geh ihsânda,
Her anda O bir şânda,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
18
*

Geh Mu'tî u geh Mânî',
Geh Darr u gehi nâfî',
Geh hâfid u geh râfî'

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
19

Geh abdin eder ârif,
Geh emîn u geh hâif,
Her kalbi O’dur sârif,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
20

Geh kalbini boş eyler,
Geh hulkını hoş eyler,
Geh âşkına dûş eyler,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
21

Geh sade vü geh rengîn
Geh tab’ın eder sengîn
Geh hurrem ü geh gamgîn

Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler...

22

Az ye, az uyu, az iç,
Ten mezbelesinden geç,
Dil gülşenine gel göç,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
23

Bu nâs ile yorulma,
Nefsinle dahi kalma,
Kalbinden ırağ olma,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...

24

Geçmişle geri kalma,
Müstakbele hem dalma,
Hâl ile dahî olma,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...
25

Her dem O’nu zikreyle,
Zîrekliği koy şöyle,
Hayrân-ı Hak ol, söyle,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...

26

Gel hayrete dal bir yol,
Kendin unut O'nu bul,
Koy gafleti hâzır ol,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...

27

Her sözde nasîhat var,
Her nesnede zînet var,
Her işte ganîmet var,

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...

28

Hep remz ü işarettir
Hep gâmz ü beşâretdir,
Hep ayn-ı inâyetdir

Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler...

29

Her söyleyeni dinle
Ol söyleteni anla,
Hoş eyle kabul canla

Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler...

30

Bil elsine-i halkı,
Aklâm-ı Hakk ey Hakkî
Öğren edeb ü hulkı

Mevlâ görelim neyler, Neylerse, güzel eyler...

31

Vallahi güzel etmiş,
Billahi güzel etmiş,
Tallahi güzel etmiş,

Allah görelim netmiş...


ERZURUMLU İSMAİL HAKKI

·         * * *

Kitabın (Roman) İsmi Barnaba İncili değil BARNABAS GÜNLÜĞÜ.. düzeltirim.
Kitab "Herkesin içinde şeytan vardır. Asıl önemli olan içindeki şeytanı evcilleştirmeyi başarmaktır" sloganiyle başlıyor. ve sonuncu sayfası da şöyle bitiyor:
Çeçen Umar, Ali'ye sarıldıktan sonra "Senden Allah razı olsun kardeşim. Allah'ın misafirine göz kulak olmanı istiyorum. Onun biraz daha burada kalması sağlıklı olacak. Biz en yakın zamanda tekrar geleceğiz." dedi. Ardından kendinisi bekleyen diğer Çecenlerle, ay ışığının son dokunuşlarıyla gözden kaybolmuşlardı.
Bunun dışında Kitabın içinde hep TANRI sözcüğü kullanılıyor.

"Tanrı" sözcüğünü kullanmakta beis yok. Araplar İlah diyorlarsa Türklerde Tanrı der.
Fakat biz Müslümün olarak Tanrımıza, ilahımıza ALLAH deriz.

Peki bu bu kitabın maksadı nedir ? Kitabın arka kapağında şöyle yazıyor:

"Çarmıha gerilerek kıyamet efsanesine dönüştürülen Hz. İsa'nın bilinmeyen düşünce dünyasında acaba hangi öykü gizliydi ? Dinlerin sömürgesiyle savaştıklarına inanan sayısız gizli örgüt yüzyıllardır süren ölüm sessizliğindeki uykularından uyanmıştı. MERMİLERİ BİLİMİN SOMUT SONUCUYDU. Yer yüzündeki barışa katkı sağlayamamış olan Vatikan'ın tüm dinlerin denklemini yeni baştan inşa edecek olan asıl gerçek neydi ? Barnabas'ın mezarından çıkan Barnabas İncili'nin ve Hz. İsa'nın kutsal kayıp madalyonun dışında Vatikan'da başka Papa olmak üzere bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az kişinin bildiği BARNABAS GÜNLÜĞÜ'nün bulunması neleri gün ışığına çıkarıyordu ?"

Sanırım kitabın amacı şu olabilir:
Ortak bir din fakat insanlar sayısına yol, mezheb ve ideoloji aramak.

Acaba bu realite, bu teknoloji bu ideale geçit verir mi ?
Bu gün bilim topluma angaje ve hukuk da devlete finanse edildi..
Ortak bir DİLİN bulunması, ortak bir DİN’in inşasından daha kolaydır.
Öyle ise vizyonu olan misyonunu bu ortak dil projesine, hikmetin, felsefenin ve dinin olmazsa olmazı olan DİL’in, anlam ve anlatımın metodik sürücüsü ve görsel aygıtını elde ederek sözün büyüsüne kapılmadan öyküsünü aradığında kendini bulması belki daha gerçekçi yol ve akılcı bir beklenti değil mi ?

Zaten kitab Lio, Sio ve Neo (Okuyucu) ile bir teslis yapıyor.. yani LSN’ı…

·         * * *

Bilim ve hukuk genelde bu dünyevi yaşamımızda sorunlarımızın çözümünde acil receteler..
ancak kaynağa, kökene, özgürlüğe, ölüme ve ahirete karşı çareler konusunda BU İKİ GÖZ yetmiyor.
Hikmet, felsefe ve din etkinliklerinin ÜÇÜNCÜ GÖZÜ devreye giriyor.
İşte bu noktada her şeyde olduğu gibi malın iyisini, kalitelisini ve yararlısını ararız.
Sorunda bu konuda doğuyor.
Bir def'a şu ilke pek çok şeyi çözer.
"Men amene bil kaderi emine minel keder"
Kim kadere iman eden, kederden emin olur, demektir.
Emin olur emin olmasına ama içeriğine, biçimine ve ayrıntısına gelince insan için bir sınav başlar.
İşte dokunduğumuz nokta budur.
Bu iman kimin için ? Allah için mi, özgüven için mi, Buda için mi ?
Aradaki iş iyidir bulunan çözüm işe yararda
fakat bir de işin başına ve sonuna bakınca öyle iç açıcı olmuyor.

Bir defa Yaratan her insana doğuştan bir kader-irade hissi vermiş ona göre davranırız.
KESİN geçmiş olaylar için keşke’miz olmaz fakat OLASI gelecek olaylar için kuşku duyarız.
Hiç düşündünüz mü geleceğimiz kullandığımız İRADEYİ geçmiş için kullansak ne olacaktı ?
Kaçan balığın ve uçan fırsatın büyüklüğüne ve küçüklüğüne göre kocaman bir keşke.. bizi rahat bırakmayacaktı.
Bir de şöyle düşünelim.. geçmiş için kullandığımız KADERİ gelecek için kullanıp nasıl olsa olacak diye yan gelip yatsak,
zamanın aleyhimize çalışmasını engelleyebilir miyiz ?
Demek her insan ister istemez ve farkında olmadan geçmişe kader ve geleceğe irade olarak bakar.

Fakat bu PRATİK kaderden, TEORİK kader konusuna geçince.. işin rengi değişir.
Ve HUKUK FELSEFESİ derslerinden tanıdığımız felsefenin paslı kilidi olan
DETERMİNİZM-İNDETERMİNİZM sorununu kimse de çözememiştir.. ancak inanç yaklaşımı ortaya koyarız, o kadar.
Bu inançta, en gerçekçi ve en akılcı şekilde, daha önce bahsettiğim gibi, Ehlisünnet ve cemaat görüşüdür.

Allah’a olan imanımızın kantite ve kalitesini artırdığımız kadar
BAŞTA KADER olmak üzere diğer inanç konuları açıklık, kesinlik, aydınlık
kazanacak nefsimiz huzur bulacaktır.

Özetle, geçmiş olaylardan ders alır, gelecek için buna göre önlemler alırız.
Doğduğumuz gün kesindir de öleceğimiz gün belli değildir.
Bu belli olmayan istikbali.. gece ve gündüz ile yaz ve kış
mantığı ile çözersek sanırım ölüm gecesine ve kabir kışına dahi iyi hazırlanırız.

Bu konuda çok sevdiğim şu öz deyiş var:
DÜN BİR RÜYADIR, YARIN İSE BİR HÜLYA;
RÜYAYI MUTLU VE HÜLYAYI UMUTLU EDEN
BU GÜNDÜR. Öyle ise bu güne iyi bak…

·         * * *

OSMANZİYA

 

 

 

 

BEYAN dogru olmali ve MAAN hakikati bulmalidir
IP
osmanziya01
Yönetici
Yönetici
Simge

Kayıt Tarihi: 29-Ekim-2009
Konum: İzmir
Gönderilenler: 381

Hak Puan : 10
Kidem : 7
OrtalamaHak : % 100
Irtibar :2

Alıntı osmanziya01 Cevaplabullet Gönderim Zamanı: 31-Mart-2013 Saat 00:08

AĞLAYAN ÇOCUKLAR

Kafesli evlerde ağlar çocuklar,
Odalarda akşam olurken henüz.
O zaman gözümün önünde parlar,
Buruşuk buruşuk, ağlayan bir yüz.

Ne vakit karanlık kaplasa yeri,
Başlar çocukların büyük kederi;
Bakınır, korkuyla dolu gözleri:
Ya artık bir daha olmazsa gündüz?

Gittikçe kesilir derken sedalar,
Gece; bir siyah el gözümü bağlar;
Duyarım, içime sığınmış, ağlar,
Bir ufacık çocuk, bir küçük öksüz...

1924

Necip Fazıl Kısakürek

 

Sayın
Üstad' ın, çok güzel ve bir o kadar da anlamlı, şiiri ile "YETİM" "ÖKSÜZ" lerimizi, hatırlattığınız için teşekkürler.
Allah' ın İslam Toplumuna emaneti olan, Yetim ve Öksüzlerimizi ne kadar önemsiyor, koruyup, kollayabiliyoruz?
Bu haftaki Cuma Hutbesinin konusu da Yetimlerimiz idi!
Aşağıya katkı maksadı ile bir İktibas' ta bulunuyorum.
Selam ve Saygılar. Hayırlı Cumalar. 29/03/2013
KORHAN
************************************************** *********************
BİR İKTİBAS

Muhterem Müslümanlar!

Yetimleri ve mallarını korumak, tahsil ve terbiyesi ile meşgul olmak, büyüyüp gelişmesine çalışmak, cemiyetin vazifesidir. Bu vazifeyi yapanlar, dünya ve âhirette Allah'ın lûtfuna erecektir.

Yetim, babası ölmüş küçük yavrucuğun adıdır. Anası ölene lâ-tim (öksüz) denilir.
Yetim, babası toprağa düşmüş ve bizim himayemize bırakılmış bir yavru demektir.
Yetim; ağladığı, zaman arşı yüklenen melekleri titreten, güldüğü vakit cennette güller açmasına vesile olan öksüz yavru!
Yetim, barınacak ocaktan, sığınacak şefkatli bir kucaktan mahrum zavallı küçük!

Allah; ana ve babasını aldığı çocuğu, beşerin himayesinden çıkarıp kendi himayesine almış bulunur. Görünüşte kimsesiz gibidir. Hakikatte Hâfız-ı hakikî olan Allah'ın muhafazasında bulunmaktadır. Kim ona dokunursa Allah'ın intikam okuna hedef olur. «Yetimlerin mallarım haksız (ve haram) olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir» (1). Hazret-i Ömer'in rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte şöyle buy-rulmaktadır:

«Bir yetim dövüldüğü vakit, onun ağlamasına Arsü'r - Rahman titrer. Allah Teâlâ. daha iyi bildiği halde, meleklere der ki: EY MELEKLERİM! BABASI TOPRAK İÇİNDE KAYBOLMUŞ O YETİMİ KİM AĞLATTI? Melekler de: Rab'oimiz, bizim hiçbir ilmimiz yoktur, derler. Allah Teâiâ buyurur ki:

BEN SÎZİ ŞAHİD TUTUYORUM. KİM ONU RAZI (VE HOŞNUD) KILARSA KIYAMET GÜNÜ BEN DE ONU KENDİ KATIMDA (yapacağım ikramda) N RAZI KILACAĞIM.»
Bu hadîs-i şeriften aldığı ilhamla Hazret-i Ömer, nerede bir yetim görse mutlaka başını okşardı.
Allahü Teâlâ okumuş olduğum âyet-i kerimede buyuruyor ki:
«Sana yetimleri sorarlar. De ki: Onlan yararlı ve iyi bir hâle getirmek hayırlıdır. Şayet bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşleriniz-dir» (2).

Bir baba evlâdını nasıl severse, nasıl acır ve korursa yetimi de • aynı his ve duygularla korumalı ve sevmelidir. Bir çocuk sadece havaya, suya.ve gıdaya değil, aynı zamanda sevgi ve şefkate de muhtaç
tır. Sevilen çocuk neş'eli; sevgiden mahrum olan yavru ise boynu bükük bir mahzundur. Bunun içindir ki hadîs-i şerifte, «Kini Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu saçlar sayısınca ona sevaplar (yazılmış) olur. İlim bir kız veya erkek yetime iyilik yaparsa ben onunla cennette işte böyle olurum» buyurdu ve şehadet parmağı ile orta parmağını biraz akladı» (3).
Aziz mü'minler!

Yetimlere karşı vazifelerimizin başında, onların mal ve servetlerini korumak gelir. Bir âyet-i kerimede Allahü Teâlâ buyuruyor ki:

«Yetimlere, (rüşdüne gelince) mallarını verin. Temizi murdara değişmeyin. Onların inallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Çünkü bu, muhakkak büyük bir günâhtır» (4).
Mallarını yetimlere teslimden önce bize düşen vazifeleri diğer bir âyet-i celâle şöyle açığa koymaktadır:

«Yetimleri nikâh (çağın) a erdikleri zamana kadar (gözetip) deneyin. O vakit kendilerinde bir akıl ve salâh gördünüz mü mallarını onlara teslim edin. Büyüyecekler (de ellerine alacaklar) diye bunları israf ile tez elden yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetimin malını yemeye tenezzül etmesin) kaçınsın. Kim de fakir ise o halde örfe göre (bir şey) yesin. Artık onlara mallarını teslim ettiğiniz vakit karşılarında şahid bulundurum. Tam bir hesap sorucu olmak bakımından ise Allah yeter» (5).
Onların iyi bir insan olarak yetişmesi, cemiyete faydalı bir hâle gelebilmesi için çalışmalıdır. Onlara hiçbir suretle zarar yapma, «Yetime (sakın) kahretme!» (6)
.
Yetime yiyecek ve giyecek yardımı yapmak, şüphesiz, iyi bir şeydir. Fakat onu evimizde ve himayemiz altında yetiştirmek, ona karşı yapılacak-hizmetin en üstün şeklidir.
Bir kimsenin himayesine alacağı yetim, ister kendi yakınlarından birine isterse bir din kardeşine ait olsun; hükmünde bir fark yoktur.. Ecir aynıdır.
Bir insan, bu hamiyetperverliğini artırıp birkaç yetimi büyütüp okutur ve san'at sahibi yaparsa büyük bir saadete hak kazanır.

Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde:
«Yetimlerden üç tanesini himayesine ala (rak büyüte) n; gecesini (ibadet için) ayakta geçirmiş, gündüzünü oruç tutmuş ve Allah yolunda kılıç çeken kimsenin gidiş ve gelişi gibi (hareket etmiş) olur. Ben ve o kimse cennette şu iki (parmak) gibi kardeş oluruz.» buyurdu ve şehadet parmağını orta parmağiyle birleştirdi (7).

Üç yetimi barındırıp büyütecek kadar merhameti yüksek ve bu şefkati ile Allah Resulüne komşu olan kimseye ne mutlu!

«Ana ve babasının her ikisinden yetim kalan bir çocuğu, yiyecek ve içeceğinde (sofrasına) alana cennet (e girmek) vacip olur» (8) ,

hadîsha--i şerifi yetimi koruyan kimsenin son nefesinde iman ile can vere-. ceğine delâlet etmektedir. İmansız cennete girilemeyeceğine göre, bu hareket onun son nefesini iman ile teslim edeceğine işaret etmektedir.
Adamın biri yolda giderken bir yetimin ağladığını görmüş. Yetim, meramını ifade edemeyecek kadar küçük olduğundan, gözünden akıttığı yaşlarla derdini ifadeye çalışmakta idi. Bu kimse, bir ara çocuğun ayağındaki dikeni gördü. Onu çıkarıp gözünün yaşını silip yoluna devam etti.

Bu şahıs, kısa bir zaman sonra vefat etti. Bir zat, bu kimseyi rüyada, gül bahçeleri arasında dolaşırken görmüş ve:

«Ey bahtlı kişi, sen bu saadete nasıl erdin?» diye sormuş. O:

«Bu saadete yetimin göz yaşını dindirmekle erdim. Bu gülleri onun ayağından çıkardığım diken açtı!» demiş.
Allah'ın rızası, behâ ile değil behane ile kazanılır.
Cenab-ı Hak, dünya ve âhiret saadetlerini hep birer sebep ve hayra bağlamıştır. Yapılan hayrın küçüklüğü veya büyüklüğünden zayi-de Allah'ın rızasının büyüklüğü düşünülmelidir.

Peygamber Efendimiz:
«Kalbinin yumuşamasını, arzularına erişmeyi sever misin? Yetimi esirge, başını sıvazla ve kendi yemeğinden ona da yedir. Kalbin yumuşar ve arzuna nail olursun» (9) buyurmuşlardır.
Yeryüzündekilere acıyınız ki, gckdekiler size acısınlar. Sev ki se-vüesin. Yetimi koru ki mele-i âlâda övülesin

  • * * *

Şiiri okuyunca
gülmenin ağlama içinde olduğunu gördük:

gül.. agla..
gel de ağ-lama gülüm.

Gel ve gül ağ-la..
ağını aç gülüm.

gel de gül ağ-aç'ı
gül de ağ aç gel..

Çocuklar hep gülücükleriyle ve oyunlarıyla hatırlanır..
Çocuğun gülmesi asıldır.. ağlaması ise istisnai.
Feryad etmez çocuk büyükler gibi, bazen yetinir bir balonla.

Bizim için balon oyundur.. ama araba oyuncak değil.
Arabanın da balona indirgendiği daha ciddi bir dünya var mı ?

Ağlamalar ve gülmeler.. ne kadar yakın sesleri taşır.
Fakat delaletleri birbirine ne kadar karşıt.

oyun ve öykülerde öyle değil mi ?
Sanki "Y" nin üç ucu, bu iki yalanı gösteriyor.

oyun ---------- öykü

------- Y --------

------ yalan -------


Gizemli bir remz, özet bir çizgi ve garib bir Mercedes bu harf.
Öyle oturaklı bir şasesi varki.. çarpılmaktan korkmayın, bu balon kolay kolay patlamaz.

Gerçek ve şaka arasında fark "yalan" ise çoğu gerçeğimiz de yalan değil mi ?
Ger ve çek.. eğer kopmuyorsa bu gerçektir! mi ?

Beş yıl önce ciddi ciddi bin dolar verdiğim bilgisayar bu gün bir dolar etmiyorsa
bilgisayar mı oyuncak.. dolar mı yalan.. yaşam mı öykü... gerçek bunun neresinde ?

Buna rağmen ve bile bile yine paraları cepte taşıyacağız.
Cüzdanların cildiyetinin kalınlılığını ciddi ciddi arayacağız.
Hani bir söz var.. eğer insanlar doğumu düğüm haline getiren ölümü bilselerde
taş taş üstüne koymazlardı. Biz de banknotu banknot üstüne koymazdık hani.

Para mı bu fırtınada savrulan ?
Özene bezene dizdiğimiz tümceler nasıl bir oyun, nasıl bir oyunca ve nasıl bir yalan.
Lisan, ters çevir onu olur nasil.. "nasıl-lısan" yani.. lisan bize nasılı bildirir fakat neden ve niçini bildirmez..
Bildirdikleri de bir illet silsilesi ile uzanır gider neden köküne inmeden ve niçin sonuna ermeden.
Ben mi kafayı üşüttüm.. yok siz mi deli oluyorsunuz.. bu açık açık kandıran yalanlara aldanarak.

Savımın kanıtı açık ve seçik fakat savunmam
akıl ile delilik, ciddi ile şaka, öykü ile gerçek, oyun ile oyun olmayan
arasında gidib geliyor.

Hadi birimiz ögüt verelim.. her söylediğin doğru olsun
amma her doğruyu söylemek yalan olmasa bile sayılabilir.

Belki bununla yetinilebilir; yalan yalansa doğrudur.
Öyle ise niçin iki yanlış bir doğruyu götürüyor ?
Çünkü biri "yaşam" diğeri "test"dir de ondan!
"Yaşam" öğeleri birbirine ne kadar bağlı ise testler birbirinden o kadar kopuktur da ondan.
Önemli olanda bu kopuk deneyim ve testleri bir destiye koyabilmektir.

Neyse şununla müteselli olalım..
önemli olan söylemek değil
gördüğünü örmek ya da ördüğünü görmek değil..
oynamak ya da oylamak hiç olmazsa oyalanmaktır.
Hadi hadi uymak ve uygulamaktan söz etmeyin sakın
onu oya oya DOLDURACAK bir yerini koymadı kanıt.

Son sözüm şu diyağram olsun:

YE ------------------------------- EY

---Ag --- gu --UY --- la --- Ma --

ÖY ------------------------------- OY


aĞLamak ve GüLmek bunun neresinde ?

Demek bu gel-mek gül-mek için değildir!
Bu dünyada ağlamak daha çok ciddiyete yakışıyor..
gibime geliyor.

Sağlıcakla kalın.

Mustafa BUĞUÇAM
SELÇUK Yazeri

Not: Bütün bu şakaları şunun için yaptım.
Dilin doğru ve gerçek ile iyi ve güzel dediklerinde
kuşkuya düşürmek için..
örneğin "gerçek" nedir diye sormanız için.

  • * * *

Keramettin Bey Dostum,

Dünya eğer bir oyun ve oyalanma değilse..
dünya savaş içinde barış, barış içinde yarış ve yarış içinde bir sınav ise..
Bu türetim ve yetiştirim, üretim ve onarım dünyasında en güzel iş..
insanı onarmak ve onurlandırmaktır.
Bunların başında da çocuklar ve özellikle öksüz ve yetimler gelmektedir.
Bu cuma ve haftanın gündemi olan bu konuda düşünülecek ve çözülecek en önemli sorun
anne ve baba dayanağından yoksun "sokak" çocukları olmalı.
Okul ve ev arasında kalan sokak'a hakim olduğu kadar devlet vardır.
Sokak mahallenin yoksunluğundan doğan boşluk ile daha loş hale gelmiştir.
Belki bir araştırma yapılsa.. çocuk neden daha çok sokağa düşer ?
Ana baba yoksunluğundan mı ?
Ana baba duyarsızlığından mı ?
Çocuğun özgürlüğü yanlış anlamasından mı ?
Çocuğun özgürlüğü kötüye kullanmasından mı ?
Bu konudaki araştırma sonuçlarını bilmiyorum ancak
yarı yarı olduğunu düşünüyorum..
ana babanın geçimsizliği ile çocuğun seçimsizliği birbirini beslesede
bu konuda insanın kalitesi ve ailenin keyfiyeti ve kültürün hususiyeti önemli bir faktördür.
Evren ilimlerin yükseldiği ve insan ilimlerin indiği çağdaş kültürde bu iniş nedeniyle
çocuk ve sokak sorunu giderek büyümektedir.
Belki sokağın ve olumsuzluğun çocuğun yeteneklerini ortaya çıkmasında istisnaen
olumlu sonuçlar ortaya koysa çoğunluklu çocuk sokağın olumsuzluğundan etkilenir.
Vahşi tabiat arasından medeni bir tarihin çıkması sürecinde
VAHŞİ TABİAT, ORMAN KANUNU ve bu bağlamda mafya, terör ve eşkiya tamamen kaldıralamış
ve şehirler üzerinde dağın ve kırsalın baskısı bütünüyle azaltılamamışsa da çağdaş uygurlığımız
geçmişe nazaran bu konuda yol açmıştır.
Unesco.. gibi uluslar arası kuruluşlar kadın ve çocuk konusunda duyarlıdır.
Ancak bu konuda daha etkin tedbirler alınabilir.
Çocuk Islah Evleri konusunda daha geniş bütçe ve daha gerçekçi yatırım proğramı düşünülebilir.
Ancak medeniyetinde vahşi tabiatı kat kat aşan bazı vahşetlerine ne demeli ?

Hangi tür kendi bireyini bu denli yaralar ve parçalar ?
Hangi tür kendi çevresini yeniden dönüştürmeksizin kullanır ?
Bu alayı illiyine giden ve ahsen-i takvimde yaratılan insanın
esfeli safiline düşmesinin bir kanıtı değil mi ?

Bu bir insan "sırrı"dır.. zaten "sınav" da burada değil mi ?

İmamı Şafii hazretlerinin ahsen-i amelden murada sünnet-i seniyedir, sözünü anlamadıkça
Mekarim-i ahlakı tamamlamak ve insaniyeti insaniyet-ı kübra olan islamiyete çıkarmak için gerçekleşen
inzal ve irsal sırrı.. nezir-i kainat ve beşir-i insan arasında gidip gelerek dalgalanıyor...

Uygarlık vurduğu dipten yukarı doğru yükseliyor..
Artık gelecek evren ilimleri ile dengelenen İNSAN İLİMLERİ'ne doğru gidiyor..
insana müjdeler olsun.. ümmet-i davet ve icabete muştular olsun..
İnsanlık yeni bir güç ve taze bir gür olarak şeytanın inadını ve meleğin rağmını yükselecek..
Sizler de o yükseliği sağlayacak ilerleyişi gerçekleştiriyorsunuz.
Hadi Hümanist Particiler.. neredesiniz ?

Kutlu olsun.

OSMANZİYA

BEYAN dogru olmali ve MAAN hakikati bulmalidir
IP
Yanıt Yaz Yeni Konu Gönder
Konuyu Yazdır Konuyu Yazdır

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums version 8.03
Copyright ©2001-2006 Web Wiz Guide
Türkçe Çeviri : Nuri Cengiz
Tasarım & Düzenleme : BeyazSeytan
WebWizTurk